Mehmet Bayrak: Cumhuriyetin içi demokrasi ile doldurulmalı, çözüm süreci hızlandırılmalı 2025-10-27 10:03:10 HABER MERKEZİ - Abdullah Öcalan’ın çağrısının önemli bir kapı aralandığını belirten Mehmet Bayrak, Cumhuriyet’in içinin demokrasi ile doldurulması gerektiğini belirterek, “Demokratik çözüm sürecini mutlaka hızlandırmak ve güçlendirmek gerekiyor. Bunun dışında hiçbir çözüm yok” dedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve bu çağrı doğrultusunda PKK’nin fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı tarihi adımlar olurken, Türkiye’nin geleceğinin demokrasiye evrilmesi konusunda önemli bir kapı araladı. Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu strateji, demokratik müzakere yöntemiyle Demokratik Toplumun Demokratik Cumhuriyet’e entegre edilmesini nihai hedef olarak ortaya koyuyor.   Kuruluşundan bu yana farklı etnik ve inanç gruplarını yok sayan, asimilasyoncu politikalarla kendi içinde eritme politikası güden Cumhuriyet rejimi, Kürt sorunu bağlamında son 50 yılını ise çatışmalı bir şekilde sürdürdü. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet 102’nci yılını ise Kürt sorununun müzakere ve barışçıl çözümüne dayalı Barış ve Demokratik Toplum sürecinin yaşandığı bir atmosferde geride bırakıyor.    102 yılda nasıl bir Cumhuriyet rejimi yaşandı, Barış ve Demokratik Toplum sürecinin Cumhuriyetin yeni dönemine etkileri ve Demokratik Cumhuriyeti, Kürt ve Alevi tarihi ile ilgili araştırmaları ile bilinen tarihçi- yazar Mehmet Bayrak Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.   Cumhuriyet “devleti idare edenlerin seçimle iş başına geldiği, siyasi gücün halk tarafından belirlendiği bir yönetim” olarak tariflenir. Bir diğer değişle monarşi karşıtı bir sistem. 102 yıllık süreci özetlerseniz eğer; sizce Türkiye ne kadar “cumhuriyet” olabildi?   Abdülhamit yönetime geçtiğinde, 3 yıl içinde meşruiyet yönetimine son verdi. Abdülhamit daha sonraki yönetim tarzında Cumhuriyetin temelini atanlardan biri oldu.   Cumhuriyet her ne kadar 1923’te ilan edildiyse de, bir yönetim tarzı olarak konuşulmaya başlanması İkinci Meşrutiyet’ten sonradır. İstibdat yönetimi, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiyordu. Tanzimatın ilan edilmesi, birinci meşrutiyetin ilan edilmesi bunların hepsi, Osmanlı toplumunun yenilenmeye ihtiyaç duyduğunu hissettiriyordu. Abdülhamit yönetime geçtiğinde,  3 yıl içinde meşruiyet yönetimine son verdi. Abdülhamit daha sonraki yönetim tarzında Cumhuriyetin temelini atanlardan biri oldu. Yani sözde Türk ve Müslüman burjuvayı güçlendirme adına bazı adımlar attı ama aynı zamanda özellikle temsil politikasıyla asimilasyonu önüne hedef koydu. Yani Türk ve Hanefi İslamı dışındaki diğer kimliklerin asimilasyonunu, iktidar politikasıyla din değiştirmeyi, önüne hedef olarak koydu.   İstibdat yönetimiyle yönetilemeyeceğini bildikleri ve topluma cevap veremeyeceğini bildikleri için iki meclisli parlamento kuruldu. Bu dönemde Türk İslamcı unsurlar henüz söz ve karar sahibi olmadığı için, birlikte yaşam ve birlikte ilerleme ilkesini önüne hedef olarak koyduğu için Kürtlere ve diğer halklara da cazip geliyordu. Fakat 1912'deki Selanik Kongresi ile İttihat ve Terakki’nin yönetimi bütünüyle Balkanlı ve Kafkaslı dönme ve devşirme unsurların eline geçti. Bu anlamıyla 1912 ciddi bir kırılmaydı. İttihat ve Terakkiciler döneminde ideoloji Türk İslam’a evrildi. Kemalist kadroların yüzde 95’i İttihat Terakkicidir.   Türk İslam ideolojisi bu hareket tarafından nasıl inşa edildi?   Dediğim gibi, Cumhuriyet Meşrutiyetten sonra gündeme gelmişti fakat ikinci dünya harbinden önlerine birinci amaç olarak etno-dinsel temizliği koydular. Böyle olunca gerekli ideolojik altyapı hazırlıkları yapıldı. Ermeni ve Süryani Soykırımı olmak üzere 1915’te ciddi soykırımlara girişti bu ırkçı hareket. Etnik olarak da Türk olmayan, dinsel planda da Hanefi Müslümanı olmayan unsurlara karşı yapıldı. Kemalist yönetim, İttihat ve Terakki mirasını reddeder.   Neden?   Cumhuriyetin ilanından sonra, artık balta kütükten çıkmıştı, kendi anlayışlarına göre. Çünkü Lozan Antlaşması imzalanmıştı 24 Temmuz 1923'te.   Suret-i Haktan görünmek için. (İyiliksever ve dürüst bir tavır sergilerken aslında farklı bir amacı olduğunu ima eder). Mesela 1921 Anayasası’nın 22. Maddesinde Kürtlere mahalli yönetim ve muhtariyet gibi çeşitli haklar verildi. Fakat işin bilinmeyen çok çarpıcı tarafı şuydu: Yeni yönetim, daha Sivas Kongresi sürecinde Madam Gaulis adında bir Fransız ajan gazeteci Sivas'ta Mustafa Kemal ile görüşüyor, Ankara'da buluşmak ve ilişkileri düzeltmek amaçlı anlaşıyorlar. Ankara'da bilahare görüşmeler yoğunlaşıyor, sıklaşıyor. Mustafa Kemal bu gazeteci aracılığıyla Fransız hükümeti ile görüşüyor. Türkiye ve Fransa arasında gizli anlaşmalar yapılıyor. Aşağı yukarı bugünkü sınırları belirleyen yani Rojava'yı Suriye'ye katan ve Suriye'yi Fransızlara bırakan anlaşmayı gizlice imzalıyorlar. Fransa'nın devreye girmesiyle İngilizlerle de 21 yılı içinde aynı anlaşma yapılıyor. Bu sefer de Güney Kürdistan Irak bırakılıyor.   Kendilerince gerekli amaca ulaştıkları için Cumhuriyeti tekrar gündeme getirdiler. Çünkü Mustafa Kemal her anlamda yetki sahibi olmak istiyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra, artık balta kütükten çıkmıştı, kendi anlayışlarına göre. Çünkü Lozan Antlaşması imzalanmıştı 24 Temmuz 1923'te. Zaten ne kadar demokratik Kürt örgütü varsa ki 20 dolayında örgüt yasaklandı. 15 dolayında Kürt kimlikli gazete ve dergi yasaklandı. Ve Kürtler illegaliteye kaydı. Kürdistan Azadi Örgütü adıyla örgütlendi. Bu örgütlenme 1925'te Kürt Ulusal Direnme Hareketi ile sonlandı.   Cumhuriyetin ilanı ile “Balta kütükten çıktı” dediniz. Bu balta sadece Kürtler için mi çıktı, başka halklar nasıl etkilendi?   1924 Anayasasında Türk milleti ve İslam dininin kuruluşu vardır. Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Hanifi İslam dışındaki Şafilik gibi diğer Sünni mezhepler, Alevilik başta olmak üzere bütün İslam dışı din ve inançlar yasaklandı. Zaten yasaklandığı için de tepkisini beraberinde geliştirdi. Fakat Cumhuriyet bunu bir devrim gibi göstermeye çalıştı. Böyle olunca nasıl diğer halkların ihtiyaçlarına cevap verecek?   Cumhuriyetin bir devrim olduğu görüşünde olanlar hala var. Cumhuriyet bir devrim miydi size göre?   Bir yönetimin adının Cumhuriyet olması çok fazla bir şey ifade etmiyor. Cumhuriyeti bir petek varsayarsak, içinde bal var mı yok mu diye bakmak lazım. Eğer bal varsa demokrasi vardır. İçinde demokrasi yoksa onun adının ne olduğunun önemi yoktur. Örneğin Avrupa’da birçok ülkede krallık var. Ama krallık olmasına rağmen demokrasi var.   Federatif çözüm ya da işte, özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi çözüm şekilleri asla bölünme falan değil. Tersine, demokrasiyi güçlendiren, artıran o insanların demokratik haklarını kullandığı yönetim tarzlarıdır.   Bu geçmişin en çok kahrını da Kürtler çekti ve Kürtler 102 yıllık süreçte hep “çıbanbaşı” olarak görüldü. Neden?   Çünkü Kürtler, bu coğrafyanın en kadim halklarından birisidir. Yine kadim halklardan biri olan Ermenilere, Süryanilere soykırım uygulandığı için kendilerince onların işini bitirmiş oldular. Geriye Kürtler kaldı. Coğrafyanın en kadim halkı, Türklerin Anadolu'ya açılmasını sağlayan halktır Kürtler. İşin püf noktası da bu.   Selçuklular döneminde Kürt birlikleri, özellikle 15 bin cengaver Kürdü, Sultan Alparslan’ın ordusuna vererek; Romen Diyojen’in yenilmesine ve Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasına yol açtılar. Sonraki süreç biliniyor. Asıl kırılmada Yavuz döneminde oldu. Yavuz savaş yoluyla Mısırdan hilafeti alınca, Anadolu halkları arasındaki çelişkiler olabildiğince büyüdü. Süreç giderek milliyetçiliğe, ırkçılığa doğru evirildi. Bu nedenle geriye kalan en önemli kitle Kürtler olduğu için Kürtleri yola getirme yöntemlerine başvuruldu. Fakat bu öyle kolay olmayacak. Çünkü Kürtler önemli bir tarihe sahip, büyük bir geçmişe sahip.   Madem Kürtler bu coğrafyanın en kadim halkı ve Anadolu’nun kapılarını Türklere açan bir halk. Bu noktada neden hala tehdit görülüyor? Burada bir çelişki yok mu?   1925’te gizlice Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Kürt Anayasası’ olarak nitelendirdiğimiz gizli Şark Islahat Planını hazırladılar. Bu TC’nin gizli Kürt anayasasıdır.   Elbette bir çelişki var. Cumhuriyet dönemi adeta İttihadın bir uygulamasıdır. Balta kütükten çıktığı için 1924 Anayasasına Türk İslam belgesini koydular. 1925’te gizlice Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Kürt Anayasası’ olarak nitelendirdiğimiz gizli Şark Islahat Planını hazırladılar. Bu TC’nin gizli Kürt anayasasıdır. Benim 7 uğursuz T olarak nitelediğim Te’dip, Tenkil, Taqtil, Tehcir, Temsil, Temdin ve Tasfiye yöntemlerin tümünü uygulayarak, Kürt kimliği yok edilinceye kadar Kürdistan’da umumi müfettişlik yönetimi devam edecektir diyor bu planda. Bunu yakın döneme kadar da uyguladılar.   Bunların tümünün çıkmaz yol olduğunu ve başka halklara da rahat getirmediğini gördükleri için Ortadoğu'da koşullar değiştiği için bugün Türkiye'deki yönetim yeni bir arayış içerisinde. Amerika gibi müttefiklerinin de yönlendirmesiyle tabi.   Bir Cumhuriyet politikası olan farklılıkları inkar yaklaşımı Türkiye’ye ne kaybettirdi?   Çok şey kaybettirdi. 1925’te ilk defa 16 uçaklık hava filosu kullanılarak Kürtleri bombaladılar. Zehirli gazlar kullandılar. 1925'te Kürt Ulusal Direniş Hareketi'ni bastırmak için 2 yıl içinde katledilen Kürtlerin sayısı 15 bin 500'dür. Ağrı, Zilan gibi büyük kırımlar, yıkımlar yaşandı. 1937-38'de Dersim soykırımı gerçekleştirildi. Burada da kimyasal gazlar kullanıldı. Bu tarihte Sağlık Bakanlığı yapan Refik Say bile Genelkurmay’a yazı yazıyor. Diyor ki, insanlara karşı gerek mağaraların içine gerek uçak bombalarıyla zehirli gaz atılması uluslararası kanunlara aykırıdır. Bu Türkiye'yi çok zor durumda bırakır diyor. Somut bilgiler olmamakla birlikte burada çelişkiye düştükleri yönünde görüşler var.   Türkiye, uluslararası planda da büyük kan kaybına uğradı. Savaş aynı zamanda masraf demektir. Bütçenin önemli bir bölümünü savaşa ayırıyor. Bu yöntemle insanları kırıyor ve uluslararası platformlarda da büyük eleştiri alıyor. Herkes çıkarı için sessiz kalsa bile, günün birinde bu mutlaka patlak veriyor.   Cumhuriyet tarihindeki bu katliamlar, bu politikalar Türkiye’nin iç barışına da zarar vermedi mi?   Elbette verdi. Bütün bunlar insanların hafızasında bu yer ettikten sonra, bu kadar büyük acılı olaylar yer ettikten sonra zarar vermemesi mümkün mü? Benim 'Ateş Kan Barut Günlerinde Kürt Diplomasisi' kitabım var. Bu süreç hep ateş, kan ve barutla anlatıldı. Dönemin Kürt aydınları dinlenseydi ve 1926’da kendisi de Kürt olan dönemin başkanvekili İsmet Paşa şahsında hükümete verilen bir memorandum var. Eğer o memorandum gözetilseydi, sonraki acılı sürecin hiçbirisi yaşamayacaktı. Türkiye o zaman Muhasır Medeniyetler Seviyesine ulaşırdı. Türkiye o zaman eşit insanların birbirlerinin kimliklerine saygılı olduğu, kardeşçe bir demokrasi kurulup çok farklı noktalara sıçrayacaktı.   1980 askeri darbesi, cumhuriyet tarihinde önemli bir dönemeç. Hemen sonrasında ise, hafızalara “29. Kürt isyanı” olarak kazınan PKK’nin silahlı mücadelesi başladı. PKK’nin yarım asrı aşkın mücadelesi cumhuriyetin gidişatına nasıl yön verdi?   Demokratik ifade ve mücadele kanalları kapatılınca hareket illegaliteye kayar. Bu Kürt meselesi için de böyle. Bizim beğenmediğimiz, geç Osmanlı döneminden 1921'e kadar 20 Kürt demokratik örgütü var.   Demokratik ifade ve mücadele kanalları kapatılınca hareket illegaliteye kayar. Bu Kürt meselesi için de böyle. Bizim beğenmediğimiz, geç Osmanlı döneminden 1921'e kadar 20 Kürt demokratik örgütü var. Kürt Demokrat Fırkası, Kürt Millet Fırkası ve Serbestlik Fırkası olmak üzere üç tane Kürt kimlik parti var. Kadın örgütü var, gençlik örgütü var, eğitim kültür örgütleri var. Bunların hepsi birden yok edildi. Aynı zamanda 15 Kürt kimlikli gazete ve dergi çıkıyordu. Bunların hepsi yasaklandı. Böyle olduğu için Kürt hareketi illegaliteye kaydı ve Kürdistan Azadi Cemiyetini kurdular ve 1925 hareketine gittiler. Türk Devleti her zaman kana ve şiddete başvurduğu için tepkisini de birlikte getirdi. Nitekim 1980 darbesi, yine daha öncede umumi müfettişlik rejimi Kürdistan’da 1927’den 1947’ye kadar devam etti. Birçok şey sayabiliriz bu konuda.   PKK hareketinin de çıkışı tamamen bir etki tepki meselesidir. 12 Eylül darbesi, Kürt gençliğine, bir bütün olarak Kürt insanına yaşam hakkı vermedi. Kürt gençliğini içeriye tıktı, içeriden de militanlaşıp çıktı. Dışarıdakiler de zorunlu olarak yaşayabilmek için dağa çıkma durumunda kaldılar. Bu nedenle PKK'nin ordulaşması süreci böyle başladı. Yani sonuçta bunun müsebbibi Türk yönetimleriydi; Türkiye'nin uygulamalarıydı. Ve sonuçta bilinen şekliyle Kürt Özgürlüğü hareketi büyüdü, alabildiğini güçlendi, büyüdü.   Bu isyanın bir anlamda Kürt inkarını engellediği yönünde birçok çere tarafından kabul ediliyor. Bir tarihçi olarak sizin bu konudaki yorumunuz ne olur?     Gelinen noktada Öcalan’ın girişimleri, sonra konjöktürün ve Ortadoğu’da şartların değişmesi gibi birçok etken adeta Türkiye’yi bu yeni süreçte adım atmaya mecbur kıldı.   1993 Barış Hareketi ve Barış Deklarasyonu, önemli bir fırsattı ve önemli bir dönem açtı. Bu hareketin nasıl olgunlaştığı ve nasıl o sürecin noktalandığı, Özal döneminde anlatılıyor. İlk defa Kürt kimlikli oluşumlar, Kürt kimlikli örgütlenmeler bir araya geldiği gibi aynı zamanda Talabani gibi önemli biri, Öcalan işin içinde, Kemal Burkay işin içinde, Ahmet Türk gibi legal planda mücadele veren şahsiyetler işin içinde. Bu nedenle Şam Deklarasyonu önemliydi. O aşamada Öcalan'ın da açıklamaları var. Bunun Kürt meselesinin barışçı, demokratik çözümü konusunda önemli bir fırsat olduğu ve desteklendiği yönünde açıklamaları var. Ama 1994’te ateşkesin bozulması da ayrı bir talihsizlikti. Askerlerin öldürülmesi olayı hala karanlık bir olay. Çünkü her fırsatta bu tür barışçı çözümleri sabote etmek için çeşitli yollara başvurulur. Gelinen noktada Öcalan’ın girişimleri, sonra konjöktürün ve Ortadoğu’da şartların değişmesi gibi birçok etken adeta Türkiye’yi bu yeni süreçte adım atmaya mecbur kıldı. Başka bir çözümün olmadığını onlarda gördü.   Bahçeli’nin bir yıl önceki 1 Ekim çıkışını bu son çıkışını buna mı bağlıyorsunuz?   Evet, Bahçeli'nin çıkışını da ona bağlıyorum. Bahçeli'nin çıkışı da gerek Amerika'nın, gerek Avrupa'nın, gerek Ortadoğu'daki bazı şeylerin, unsurların bu konudaki girişimi yani başka türlü bunun gitmeyeceğini artık anladı herkes. Aynı zamanda Ortadoğu'da şartlar değişti. İnsanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerden biri IŞİD'di. IŞİD'in belini kıran Kürt gerilla hareketidir. Özellikle de kadın gerillalardır. Kobani'de IŞİD'in beli kırıldı ve yeni bir tarih başladı. Bunu bütün Avrupa, bütün insanlık gördü açıkçası.   Kobanê’de özellikle kadın savaşçıların DAİŞ’in belini kırmasının yeni bir tarihin başlangıcını sağladı dediniz. Bu gelişmenin kendisi, Kürt çözümü bağlamında başlayan bu yeni sürecin gelişmesine de etki etti mi?   Tabii ki etti. Özellikle Kadın savaşçıların verdiklerin mücadele gerçekten dillere destan bir mücadeleydi. Eğer bugün Suriye'de halklar belli haklara kavuştuysa, yan yana yaşayabiliyorsa, çeşitli federasyonlarda da gördüğümüz haklar elde edildiyse, bu sonuçta bu mücadelenin bir başarısı bir sonucuydu. Bunu kabul edeceğiz ve onun yansımaları elbette her tarafı etkiledi. Etkilememesi mümkün değil. Yani Kürtlerin ne yapmak istediği daha iyi anlaşıldı. Kime hasıl, kime dost oldukları daha iyi görüldü, anlaşıldı. Bu sebeple bu gelinen sürecin de onunla bağlantılı olduğunu düşünüyorum.   Son bir yıllık süreçte önemli gelişmeler oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı oldu, PKK silah bırakma ve fesih kararı aldı. Bu gelişmeler Cumhuriyet açısından nasıl bir kapı araladı?   Çok önemli bir kapı araladığını söyleyebilirim. Devlet aklı gizli planda itirafçı ve kabulcü, açık planda red ve inkarcı. Neyin ne olduğunu onlar da biliyor. Nasıl bir tıkanma yaşandığını, Türkiye'nin önünde nasıl bir set çektiğini, engel olduğunu gördükleri için, bu sorunların bu yöntemlerle çözülemeyeceğini algıladığı için Öcalan da durumu elbette değerlendiriyor. Dolayısıyla bu işin temsili gücü olarak, lider gücü olarak Öcalan'ın bunu dile getirmesi, bilince çıkarması yüksek sesle dillendirmesi elbette önemliydi. Ve bu anlamda atılan adımlar da son derece önemli.   Sembolik bile olsa silah yakma olayı ve örgütün kendini fesh etmesi önemli. Önemli tarihi bir oluşumdur. Ve bütün halklar için büyük bir fırsat. Türkiye için de son derece önemli bir fırsattır. Bu fırsatın asla kaçırılmaması lazım. Herkes kendi üstüne düşen sorumluluğu yerine getirsin. Ki bu noktada devlet de büyük sorumluluk altında.   Nasıl bir sorumlulukla karşı karşıya devlet?   Düne kadar kimin aklına gelirdi MHP'nin ya da Devlet Bahçeli'nin böyle bir girişime öncülük edeceği? İşte toplumsal gelişme yasaları, insanları da, partileri de, örgütleri de belli bir noktaya getiriyor. Bu sürecin kadri kıymeti bilinmeli. Bu sürecin Mecliste yasal bir statüye kavuşması gerekiyor. Ve istiyoruz ki bu gecikmeden, geciktirilmeden gerçekleştirilsin. Türkiye, Kürdüyle, Türküyle ve diğer bütün halklarla huzura kavuşmuş olur.   Abdullah Öcalan, süreç bağlamında Cumhuriyetin demokratikleşmesine vurgu yapıyor. Kamuoyuna yansıyan mesajları kapsamında Cumhuriyetin demokratikleşmesi Kürt-Türk ilişkilerini nasıl etkiler?     Tek başına cumhuriyet olması, demokrasiyi getirmiyor. Eğer gerçek anlamda bir demokrasi olursa o zaman Cumhuriyet bir anlam ifade eder.    Tek başına cumhuriyet olması, demokrasiyi getirmiyor. Eğer gerçek anlamda bir demokrasi olursa o zaman Cumhuriyet bir anlam ifade eder. O zaman demokratik cumhuriyet gerçekleşir. Şimdikine demokratik cumhuriyet denemez. Kürt halkı ya da diğer ezilen halklar, unsurlar nasıl söylesinler? İşçi sınıfına bakarsan, demokratik bulmaz. Başta Kürt halkı bulmuyor. Diğer azınlık topluluklar, halklar bulmuyor. Başta Aleviler olmak üzere diğer unsurlar bulmuyor. Onun için bunun sancısını devletin kendisi de yaşıyor. Ve yeni bir sürece giriliyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratikleşmesinden başka hiçbir çözüm yok. Burada güçlü olarak kalabilmesi, dosta düşmana karşı, insanlığa karşı güçlü bir varlık gösterebilmesinin tek yolu barıştır.   Cumhuriyet nasıl demokratikleşir?   Kim rahatsızsa mevcut uygulamalardan, onların rahatsızlıkları sorulacak. Kürtlerin rahatsızlıkları çok belirgin zaten. Şimdi Alevi toplumu bunu sözde tatmin etmek için Alevi köylere Cemevi yapılıyor. Ama yapılan Cem Evi aynen bir dönem Cem Vakfı ile Fethullah Gülen'in birlikte düşündükleri, organize ettikleri Camii Cem Evi Projesi'nin bir benzeri adeta. Ama tutmadı. Geçmişte de Aleviler tepki gösterdiler. Cemevi olacaksa, dergah olacaksa, Kürtçe deyimiyle Cemhane ya da dergah olacaksa; bunların Alevi erkanına, ritüellerine, inancına, kültürüne uygun olarak yapılması lazım. Yani inkar edilmeyecek şekilde yapılması lazım.   Siz cumhuriyeti tariflerken, ittihatçıların kurduğunu söylediniz. Yani mevcut Cumhuriyet zihniyeti İttihatçı bir zihniyet. Tam da Türkiye’nin geleceğinin Demokratik Cumhuriyete evrilmesi için bu zihniyette bir dönüşüm gerekmiyor mu?   Artık İttihatçı zihniyet terk edilmelidir. Bu zihniyet mahkum olmuştur. Toplumsal gelişme yasaları İttihatçı, tekçi zihniyeti mahkum etmiştir. Türkiye’nin bundan vazgeçip; çoğulcu, demokratik bir yönetim tarzı ile demokratik cumhuriyete evirilmesi gerekiyor.   Öcalan, sürecin üç kilit kavramından birinin entegrasyon olduğunu söylüyor. Entegrasyon neden bu kadar öne çıkıyor sizce? Demokratik Cumhuriyete katkısı ne olur?   Entegrasyon zaten demokratikliğin, demokrasinin bir sonucudur. Demokratikleşmeden entegrasyon gerçekleşmez. Bir kimliği; ırkçı bir şekilde başat kimlik olarak üste çıkardığınızda, diğerlerini ret ve inkar ediyorsunuz. Bunu kabul ettirmek için de ateş, kan ve barut siyasetine başvuruyorsunuz. Öcalan'ın da söylediği bütün bunlardan ders almaktır. Geçmiş tarihlerde de diasporadaki Kürt aydınları da benzer şeyleri söylüyorlardı. Bunlar o zaman dikkate alınsaydı bu acılar yaşanmazdı. Öcalan’ın bugün söylediklerinin benzeri söyleniyordu zaten o tarihte. Belki bugün daha güncel, daha çalıştırılmış formasyonda, formatta söylüyor.   Herkes biliyor ki; son 100 yıllık süreçte red, inkar ve imha politikasıyla hiçbir sonuç alınamaz. Bundan dolayı tarihsel ve toplumsal gerçekliği kabul edip, gelinen noktada bu barışçı, demokratik çözüm sürecini mutlaka hızlandırmak ve güçlendirmek gerekiyor. Bunun dışında hiçbir çözüm yok. Bunun tersini yapanlar topluma da, ülkeye de ihanet ederler.   MA / Diren Yurtsever - Azad Altay