Taksim saldırısının düşündürdükleri

img
HABER MERKEZİ - Taksim’de yaşanan patlamaya ilişkin yapılan açıklamalar ve ortaya çıkan çelişkileri analiz eden yazar Yüksel Genç, yaşanan sürecin 2015 Haziran-Kasım süreciyle benzer ve farklılıklarına dikkat çekti. 
 
İstanbul Taksim İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım’da yaşanan bombalı saldırıya dair açıklamalar ve tartışmalar devam ediyor. Yazar Yüksel Genç de Gazete Karınca’daki köşesinde konuya dair soru işaretlerini irdeledi. Genç’in “Taksim saldırısının düşündürdükleri” başlıklı yazısı şöyle;
 
“13 Kasım Pazar günü Taksim İstiklal Caddesi’nde yaşanan bombalı saldırı, tüm gizemiyle beraber tartışılmayı sürdürüyor. Olayın yaşanmasından bu yana öyle çok bilgi, söylem, iddia ortalığa saçıldı ki hangisi doğru hangisi yanlış kimse emin olamıyor.
 
Hemen ilk günden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun saldırının PKK/PYD tarafından gerçekleştiğini söyleyip, Amerika’yı adres göstermesinin ardından, eylemin kim tarafından nasıl yapıldığına dair anlatıların da ardı arkası kesilmedi.
 
SOYLU’NUN AÇIKLAMALARI
 
Olayın başından itibaren gösterilen, sunulan ve söylenenler arasındaki uyumsuzluk en sıradan insanın dahi kafasının karışmasına yol açarken, ilk defa yaygın kamuoyu resmi makamların açıklamalarını yeterince inandırıcı bulmadı ve olaya, olayı yapana ilişkin bir tür kamusal hafiyelik örneği sergiledi. Belki de bu olayın ilk önemli sonucu şu oldu; İçişleri bakanının açıklamalarını artık şüphe ile karşılayan bir kamuoyu var!
 
Bu yazıda amacımız İrrasyonel yönler taşıyan iddiaları tek tek açmak, olayın anatomisini çıkarmak değil elbette. Ancak bu olayın açığa kavuşması, neden ve amaçlarının sorgulanması Türkiye’nin yakın tarih huzuru için elzem.
 
Peki, ortada inandırıcılığı şüpheli bulunan, uyumsuzluklar barındıran, dedikoduyu andıran rivayetler, iddialar ile dezenforme olmuş bilgilerle nasıl bir yere varılabilir? Elbette çok zor. Bu durumda iki şeye bakılır; birincisi olaydan arta kalan en somut bilgiye ve ilk elden kullanılma biçimine, ikinci olarak da olay öncesinde ve olay sırasında ülkenin içinde olduğu duruma. Buradan da olasılıklara erişilir.
 
AMERİKA-MÜLTECİ VE PKK VURGULARI
 
Elde somut bilgi; milyonlarca insanın uğrak yeri olan, dünyanın en işlek ve en çok güvenlik tedbiri barındıran caddelerinden birine; biri/lerinin koyduğu bomba yüzünden 6 insanın yaşamını yitirdiği, 80’den fazla insanın yaralandığı ve yüzlercesinin de travmatize olduğudur. İlk elden yapılan ise Amerika, Mülteci ve PKK vurguları üzerinden milliyetçilik algılarına oynama kolaylığı.
 
Gelelim diğer esaslı yönlere;Bombalı saldırı öncesinde Türkiye Suriye rejimi ile yeniden bağ kurmaya, son 8 yılda tahrip olan ilişkileri onarmaya, Suriye’deki yapılanma sürecine bu yönü ile dâhil olmaya çalışıyordu. Rejimle iki konu özellikle konuşuluyordu; birincisi, Türkiye’nin denetimi ya da etkisi altındaki cihadist/selefi, İslami grupların elemine edilmesi, kontrol altında tutulabileceklerin HTŞ çatısı altına alınması, gerisinin rejime terkedilmesi meselesi. İkincisi Rojava’da, Suriye’nin kuzeyinde kurulan Özerk yapının dağıtılması. Ne tesadüf ki bombalamadan sonra Soylu’nun açıklamaları da özellikle ikinci konuyu güncelleyecek biçimde Kuzey Suriye’ye operasyon zeminini güçlendirmeye dönük oldu.
 
İHANETE UĞRAYAN CİHADİSTLER
 
Oysa Soylu ilk konunun aktörlerini hatırlatacak hiçbir şey demese de saldırının, ihanete uğradığını düşünen paramiliter Cihadist İslamcı bir yapının işi olma olasılığı oldukça güçlü.
 
Kolay değil; onca yıl rejime karşı Türkiye’nin desteği ile savaştığını düşünen bu yapılar kendilerini pazarlığın bir parçası olarak buluveriyor.
 
Bir diğer durum olayın zamanlaması. Saldırı olduğu gün İçişleri bakanı Soylu İdlib’de! Öte yandan aynı gün Erdoğan Endonezya yolcusu ve üstelik orada ABD Başkanı ile görüşmeyi planlıyor. Normal koşullarda bu denli sarsıcı bir saldırı karşısında Soylu’nun hemen İdlib’den gelmesi, Erdoğan’ın ise Endonezya’ya gitmemesi gerekmez mi? Öyle olmuyor. Soylu ABD karşıtı konuşması ve planlanan törenler bittikten sonra yurda dönüyor. Cumhurbaşkanı ise daha önce planlanan gezisine çıkıyor. Bu sürede Soylu eylemlerden ABD’yi sorumlu tutarken ve ABD elçiliğinin taziyelerini kabul etmeyeceğini ilan ederken (Ki kendisi bir İçişleri bakanı!), Cumhurbaşkanı ertesi gün Biden ile görüşüyor ve taziyeleri kabul ettiğini sosyal medyadan duyuruyor. Bunlar size de garip gelmiyor mu? 
 
PATLAMAYA DAİR SORULAR
 
Bu tablo karşısında; İktidar içinde yer alan, rekabet halinde olan ya da etki ve inisiyatif alanının tehlike içinde olduğuna inanan bir güç odağının olaya dahli olup olmadığını da sorgulamak durumunda kalıyor insan. Devamla akla gelen kimi sorular ise şöyle: Bu olay ile Erdoğan’ın Biden ile görüşmesi boşa çıkarılmak mı istendi, yoksa Erdoğan’ın elinin güçlenmesi mi hedeflendi?
 
Bu olay ile İktidar kanadı içinde bir kesim, bir süre önce gerçekleşen AKP ile HDP arasındaki görüşmeden duyduğu rahatsızlığı mı dışa vurmak istedi?
 
İktidar içinde AKP’nin yumuşama ya da batıya açılma, rotayı biraz bükme çabalarından rahatsızlık duyan bir kesim mi var?
 
Acaba bu olay politika değişikliğinde gözetilmeyenin gözetmeyene neler yapabileceğini gösterme çabası mı?
 
Oyun bozma kapasitesini gösterme niyeti mi? …
 
Doğrusunu isterseniz; hepsi mümkün. Bu olay bir Cihadist Selefi yapının işi de olabilir, iktidar içi bir güç odağının konumunu sürdürme ya da kaybetmeme çabasının gösteriliş biçimi de olabilir. Rota değişimine direnç biçimi de olabilir. Hangisi olursa olsun tehdidin yöneldiği adres halk, sivil insanlar ne yazık ki.
 
Eğer yukardaki olasılıklar doğru ise -ki bence çok mümkün- aslında Türkiye, AKP iktidarının 8 yıldır yürüttüğü politikanın bedelini ödüyor demektir.
 
Bilindiği üzere içerde ve dışarda çatışmacı, oyunbozan, güvenlikçi politikalara eşlik eden gerilim ve korku ikliminde Türkiye hem batı rotasından ayrışmış, hem iktidar içi güç odaklarını yeniden tahkim etmiş, hem de dışarıyla ilişkisinde kullandığı, bir kısmı ÖSO içinde görünür olan cihadist/selefi paramiliter yapılarla bağlar kurmuştu. Şimdi Rota değiştirmek istediği an, ortaya çıkan güç paylaşım hanesinde değişim olasılıkları belirdiği an bu iç ve dış güç odaklar da kendini hissettirme ihtiyacı duyuyor.
 
SEÇİM HAZIRLIĞI MI?
 
Yine, bu süreci 2015 yılının Haziran-Kasım aralığına benzetenler de hayli fazla. Gerçekten de tıpkı o süreç gibi bir seçim sathındayız, o süreçteki gibi gerilim ve korku ikliminden medet umulduğunu düşündüren işaretler artıyor. Bütün bunlar doğru. Ama bu süreci ayıran şey kanımca şu: o dönem şimdi tehdit algısı oluşturan bu güçler iktidar sahasına veya iktidar ittifakına bu politikalarla dâhil olmuşlardı, şimdi ise edindikleri konumu, etkinlik alanını kaybetmemek ya da sürdürmek için benzer politikalara ihtiyaç duyuyor gibiler.
 
Sonuç olarak; güç tahkiminde, hegemonya kurmada veya yaymada etkili bir araç olan çatışmacı, gerilim üreten politikalar ve bu politikanın kimi sonuçları Türkiye için büyüyen bir tehdide dönmüş bulunuyor."