Kürt kadınlarının ‘Jin, jiyan, azadî’ felsefesini anlamak

img
Zehra Doğan *
 
İran’ın Tahran kentinde rejim muhafızlarının 16 Eylül’de Kürt kadın Jîna Emînî’yi katletmesinden hemen sonra ilk olarak Rojhılat Kurdistanı’nda ve hemen beraberinde tüm İran’a yayılan protestolar tüm kararlılığıyla devam ediyor. Her gün protestoculardan birinin rejim tarafından öldürdüğünün haberini aldığımız İran’da bugün Kürt, Belluc, Gillek, Fars, Türk, Tat, Talış ve daha birçok halktan insan kol kola, omuz omuza rejime karşı direniyor. Bana göre en önemli gelişmelerden biri de genel grev ilanıdır. Kürt savaşçılar PJAK ve KODAR tarafından “‘Jin, jiyan, azadî’ sloganıyla herkesi genel greve davet ediyoruz. Kadın özgürlüğünü ve yaşamını savunmak ahlaki bir görevdir. Kadın özgürlük devrimi, Kürdistan özgürlük devriminin esasıdır” denilerek yapılan grev çağrısı ile 19 Eylül 2022 tarihinde sadece Kürtler değil, tüm İran halkı sokaklara döküldü. Böylesi biraradalık İran tarihinde bir ilktir.  Yine aynı zamanda bu grev çağrısına yanıt yapılan ağır işkencelerle bilinen Evin Cezaevi’nde kalan tutsakların da katılması, kadınlar öncülüğünde gerçekleştirilen devrimin sokaklardan zindanlara taşmasını sağladı. İran’da işkenceleriyle bilinen ve aynı zamanda dört parça Kurdistan’ın İran tarafında kalan Rojhilat Kürdistanı’ndan binlerce devrimcinin tutulduğu, işkenceye maruz kaldığı, idam edilerek katledildiği yer olan Evin Cezaevi’nde de şuan büyük bir direniş söz konusu. İran halkının 2010 yılında bu cezaevinde Kürt kadın gerilla Şirin Elemhulli’nin idam edilmesinden sonraki sessizliği şimdiki protestolarda kırmış olması da ayrıca önemlidir. 
 
CİNSİYET EŞİTLİĞİNDEN DE ÖTE BİR ÖZGÜRLÜK 
 
İran’da özellikle Tahran, Rojhılat, Bellucistan ve diğer halkların yaşadığı bölgelerde yaklaşık iki aylık bir süredir protestocular öfkelerini ve taleplerini sokaklara taşıyor. Üniversitelerde, okullarda, sokaklarda kadınlar öncülüğünde saçlarını savura savura, yasaklı olan danslarıyla düzene karşı protesto gösterileri yapıyorlar. Her geçen gün rejim tarafından daha da ağır bir şiddete maruz kalan İran’daki protestolarda şuana kadar yüzlerce insan katledildi. Katledilenlerden 50’si çocuktu. Ağır bedellerin verildiği protestolarda sadece başörtüsü yasağının kaldırılması veya kadınların istedikleri gibi giyinmesi için değil, her halkın kendi kaderini tayin etmesinin mümkün olduğu, erkek rejimin son bulduğu ve hatta cinsiyet eşitliğinden de öte özgür bir yaşam modeli istiyor ve bunun için savaşıyor. İran gibi baskıcı, katliamcı yok sayan bir devlet şiddetiyle karşı karşıya kalan protestocularla dayanışmak aynı ağızdan özgürlük için haykırmak çok önemli. Çünkü şuan İran’da gerçekleşen protestolarla birlikte başarıya ulaşacak devrim, sadece İran halkları için değil tüm dünya halkları için, tüm kadınlar için bir vaatte bulunuyor. 
 
KADINLARIN HEM DEVLET HEM DE DİNİ BASKILARA KARŞI İTİRAZI
 
İran’da yaşananların dünyaya yansıması sadece “baskıcı İslam’ın kadınları örtmesi” üzerinden ele alınarak meseleyi başörtüsü takıp takamama özgürlüğüne sahip olma hakkı üzerinden algılanması bugün İran’da sokaklara çıkan milyonları anlamamak olur. Evet, türban ve cinsiyetçi yasalarla kadın bedeninin hapsedildiği İran’da “1979 devrimi”nden sonra İran devlet memurları için başörtüsü zorunlu hale getirildi; bunu 1983'te tüm kamusal alanlarda başörtüsü takılmasını zorunlu hale getiren bir yasa izledi. Ardından 1985 yılında yürürlüğe giren yasayla birlikte tüm kadınlara dini inançlarına bakılmaksızın örtünmeleri ve İslami kurallara uygun giyinmeleri zorunluluğu getirildi. İran’da her yıl binlerce kadın başörtüsünü “uygun şekilde” takmadığı için gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. 2017 yılında Vida Movahedi’nin eline bir beyaz türban alıp elektrik paneline çıkıp gerçekleştirdiği protestosuyla ülke çapına yayılan eylemlerle birlikte ilk olarak 2018 yılında türban yasasının değiştirilmesi konusu meclise sunulsa da bu talep reddedildi. O dönemde gerçekleşen protestolarda Vida ve onlarca kadın tutuklamıştı. Kadınların kendi bedenleri üzerindeki karar haklarının devlet ve din baskısıyla kontrol edildiği İran’da elbette başörtüsü büyük bir sorun. Üzerine yüklenen algıların ötesinde sadece bir kumaş parçası olan başörtüsü İran ve birçok İslam ile yönetilen ülkelerde kadınların muhalefetinin bir sembolü haline gelmesi, kadınların hem devlet hem de dini baskılara karşı itirazındandır. 
 
ÖZGÜRLÜK SADECE BAŞÖRTÜSÜ ÜZERİNDEN TANIMLANAMAZ
 
Tarihi İslam öncesi dönemlere uzanan başörtüsü kullanımının bilindik en eski tarihi, antik Mezopotamya dönemlerine dayanır. Bazı dönemlerde bir statü sembolü olan bu kumaş, bazı dönemlerde ise kabilelerin kendilerini tanımla biçimiyle karşımıza çıkar. Birçok kaynak da Asur döneminde ise yönetici sınıfından kadınların yalnızca takabildiği, köylü ve köle kadınların takmasının yasak olduğunu belirtiyor. Karşımıza farklı bir tanımlama biçimi olarak çıkan başörtüsü elbette ki bu gün tüm baskıcı İslam ülkelerinde olduğu gibi İran’da da kadılara dönük en büyük baskı aracı durumunda. Ama İran’daki özgürlük tanımlamasını sadece kadınların kendi arzularına göre başörtüsünü takıp takmaması kararına indirgemek yanlış bir yaklaşım olur. Bugün İran’da sadece başörtüsü değil aynı zamanda farklı halklara mensup insanların, LGBTQ’ların, yoksulların, emekçilerin, çocukların ve daha birçok şeyin temel hak ve özgürlük anlayışına uymayan baskıcı bir yönetime tabi tutulmaları sorunu var. Kürtlerin, Bellucların, Azerilerin ve birçok halkların büyük bir ulusçuluk baskısı altında olmaları söz konusu. İran yapımı füzelerin, kimyasal silahların dünyaya ne kadar büyük zarar verdiğini biliyoruz. Ağır silahların üretildiği, büyük yolsuzlukların yapıldığı İran’da özgürlüklerinden mahrum yaşayan halkların ne kadar büyük bir baskı altında olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Bu nedenle protestoların büyük kitlelere ulaştığı ve halkın ne pahasına olursa olsun sokaklara döküldüğü bu dönemde kazanılacak devrimle beraber İran’da nasıl bir yönetim sisteminin oluşması gerektiği üzerine tartışılması önemlidir. 
 
KÜRT GERİLLALARIN MİRASI: JİN JİYAN AZADİ
 
İran rejiminin Jîna Emînî’yi katletmesinin ardından gerçekleşen protestoların şuan tüm dünyaya yayılması, “Jin, jiyan, azadî” sloganının dünya kadınlarının adeta direniş parolası haline gelmesi Kürt özgürlük mücadelesi açısından bir kazanımdır. Bir sloganın tek bir ağızdan söylenmesi ne kadar önemli ise sloganın felsefesinin ve yaratıcılarının da kimlerin olduğunun bilinmesi bir kadar önemlidir. “Jin, jiyan, azadî”nin bir slogandan öte, onun kadının ve yaşamın kelime kökü olarak Kürdistan topraklarında birbiri içinde türetildiğine işaret ederek kadının özgür olmadığı bir dünyada, yaşamın, halkların, dünyanın özgür olamayacağına vurgu yapılması önemlidir. Bu felsefenin Kürdistan halklarının özgürlüğü için 40 yıldır dağlarda savaşan PKK’li kadın gerillalarının ve 23 yıldır Türk devleti tarafından hapsedilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ilk olarak dile getirildiğinin bilinmesi önemlidir. Kürt kadın gerillaların dağlarda ilk 1993 yılında erkek yoldaşlarından ayrı bir ordulaşmaya gittiğini ve bunu ilk olarak “Jin, jiyan, azadî” sloganıyla tarihe geçirdiğini bilmek önemlidir. Kürt kadınların yıllardan bu yana İran, Irak, Türkiye ve Suriye parçasında, özgür bir Kürdistan için oluşturdukları kadın ordulaşması ile savaş verdiğini ve sadece Kürt kimliği için değil, özelde Ortadoğu ve genelde tüm dünya kadınlarının özgürlüğü için mücadele verdiğinin bilinmesi gerekir. “Jin, jiyan, azadî” felsefesinin bilinmesi ve bunu yaratan kadınların ideolojisinin, özgürlük paradigmasının ne olduğunun iyi anlaşılması gerekir.  
 
YENİ BİR YOL: JİNEOLOJİ
 
Kürt kadınların şuan tüm dünya kadınları için yeni bir yol haritası sunduğunu, kaybettirilen, üstü kapatılan, çalınan kadın odaklı bilimin tekrar gün yüzüne çıkarılması için, günümüz dünyasını kadim bilgilerin köklerinden yola çıkarak çözümlenmesi için yeni bir yol oluşturan Jineoloji Akademisini kurduklarını, bu çatı altında binlerce kadının olduğunu, bugün dillerinden “Jin, jiyan, azadî”yi düşürmeyen herkesin iyi bilmesi gerekiyor. İyi bilinmesi gerekiyor çünkü geçtiğimiz Ekim ayında Federe Kurdistan Bölgesi’nde Türkiye tarafından katledilen, 35 yılını Kürt halkının ve dünya kadınlarının özgürlüğüne adamış ve nedenle Jİneoloji Akademisinde çalışmalarını sürdürmüş olan arkadaşımız Nagihan Akarsel’in ve aynı zamanda bu uğurda canını ortaya koymuş binlerce kadının neden sömürgeci devletler tarafından katledildikleri daha iyi anlaşılmış olur. Sakine Cansız, Nagihan ve onlar gibi binlerce devrimci Kürt kadının mirası olan “Jin, jiyan,azadî” felsefesini sadece popüler akımın rüzgarına kapılıp dile getirmek, onu bağlamından koparıp neo-liberalizmin tüketimine feda etmek, kadın kurtuluş ideolojisine karşı da bir haksızlık olur.  Bu nedenle bazı hususları eleştirmeyi zamanın ruhu açısından önemli buluyorum. 
 
SÖMÜRENİN BAYRAĞIYLA ÖZGÜRLÜK HAYKIRILAMAZ
 
Özellikle Avrupa’da olmam nedeniyle daha çok Avrupa’daki protestolara dair örnekler vererek, biz Kürt kadınların maruz kaldıkları ayrımcılığa dikkat çekmek istiyorum. Biz Kürt kadınlar, Kürdistan’da olduğu gibi Avrupa’da ve dünyanın diğer kıtalarında da örgütlü bir hareketiz. Gittiğimiz her protestoda birlikte hareket eder ve benzer söylemleri içeren sloganları haykırırız. Çünkü bizim eylemlerde söylediğimiz sloganlar ve ellerimizdeki flamalar içinden geldiğimiz Kürt kadın mücadelesinden doğru özgürlük perspektifini yansıtır. Nitekim bir Kürt kadın olan Jîna Emînî’nin katledilmesiyle beraber İran’da başlayan protestolara destek vermek amacıyla Avrupa’da gerçekleşen eylemlerde doğal olarak biz Kürt kadınlar da yerimizi aldık. Ve yine çok doğal olarak, herkesin son zamanlarda dilinden düşürmediği “Jin, jiyan, azadî” sloganını yaratan Kürt kadın hareketinin flamalarını dalgalandırdık. Tam da bu sırda hem sözlü hem de fiziki saldırıya maruz kaldık. Çünkü dünya çapındaki eylemler için yapılan çağrılarda “İran bayrağı” dışında hiçbir bayrağın kabul edilmeyeceği uyarısı yapılmıştı. “İran bayrağı dışında hiçbir bayrak ve siyasi flamaya izin verilmeyecektir” uyarısı belki bir Avrupalı için normal gelebilir ama bir parçasının İran tarafından 100 yıldır sömürüldüğü ülkenin bayrağını taşımak demek milyonlarca Kürt kadın için ölümle eşdeğerdir. Çünkü biz Kürt kadınlar sömürenin bayrağıyla özgürlüğün haykırılamayacağını çok iyi biliyoruz. O bayrağı ellerine almadıkları için, sömürgeci devletler boyun eğmedikleri için binlerce Kürt genci yaşamını yitirirken, bizden sadece İran bayrağı gölgesi altında yürüyüşe katılmamızı istemek ve bunu zorunlu kılmak ayrıca üzerine tartışılması gereken ciddi bir konudur. 
 
Türkiye, Irak, Suriye’de olduğu gibi devrim için gerçekleşen protestolarda olduğu gibi İran’daki tüm halkların özgürlüğü için sokaklara döküldüğümüz böylesi bir dönemde bir de sokağa dökülenler tarafından ağır hareketlere maruz kalmak, ellerimize vurularak flamalarımızın alaşağı edilmesine dönük yorum yapmak dahi çok zor. Protestolarda Kürt bayrağı taşıdığımız için, Kürt kadın hareketinin flamalarını dalgalandırdığımız için Jîna’nın bir Kürt kadın olduğunu dile getirdiğimiz için hiç olmadığımız kadar hareketlere uğradık ve Berlin gibi bir yerde İranlı protestocular tarafından nasyonalistlikle suçlandık. Yani tam olarak, dört parça Kürdistan parçasından birinin sömürüldüğü parçada yaşayan bir Kürt kadına dönük yapılan zulme karşı katıldığımız eylemlerde bazı kişilerce hor görüldük, “Jin,jiyan, azadî” sloganının haykırıldığı eylemde, bizi 100 yıldır sömüren devletlerden biri olan İran’ın bayrağını elimize almadığımız için biz nasyonalist, huzur bozucu olarak nitelendirildik.  Bir Kürt olarak varlığıma, varlığımıza bu kadar köklü ve gizli bir nefretin olduğu yerde inatla yine de protesto eyleminin sonuna kadar eyleme devam etmek benim için ve diğer Kürt arkadaşlarım için bir işkenceydi.  Ama yıllardır Kürt ve Kadın hakları mücadelesi veren karınlar olarak bu durumu bahane edip protesto alanından ayrılmayı da kendimize yakıştırmadığımız için inatla kaldık, kalmaya ve eylemlere katılmaya da devam edeceğiz. Ve ayrıca bize dönük yapılan bu ayrımcılığın tüm İran halkının değil, eylem sırasında bulunan temel lokal grupların olduğunu biliyoruz. 
 
EZENİN EZİLENE BAYRAĞINI DAYATMASI  
 
Bayrak mantalitesine bayrağın kendisini kişi olarak nasyonalizmin sembolü olarak değerlendirir ve asla olmaması gereken bir kumaş parçası olarak değerlendiririm. Ama varlığı yıllardan buyana yok sayılan bir halkın kendi varlık mücadelesi verirken kendisini bir kumaş ve renkle tanımlamasıyla, yüzyıllardır sömüren bir devleti olan ve devletinin ülkesindeki diğer halkları sömürmesine bir şekilde güçlü bir ses çıkaramamış olanın elindeki devletine, ulusuna, köklerine ait bayrağı gururla taşımasını aynı şekilde değerlendirmem. Ezilmiş ve yok sayılmış devletsiz hakların bayrak taşıması ve kendi halkının varlığını dile getirmesi, devleti olan ve özellikle de devletinin başka bir halkı ezdiğini, kimliğini yok saydığını ve dört parçasından birini gasp etiğini bilmesine rağmen yüzüne bayrak çizen, elinde devletinin bayrağını gururla dalgalandırarak protestolara katılan kişiyle aynı değildir. Birinin varlığını sürekli dile getirmesi devrimci bir duruş diğerinin yaptığı ise milliyetçiliğe hizmettir. Bunu böyle kabul etmeliyiz, yanlışı görmeli birbirimizi eleştirerek ilerlemeliyiz. 
 
‘JIN JIYAN AZADÎ’ TESADÜFİ BİR SLOGAN DEĞİL
 
Şuan İran’da tüm halklar kimsenin kimliğini, cinsiyetini gözetmeden el ele vererek mücadele veriyor. Avrupa’da yaşayan Fars, Türk, Belluci, Kürt ve diğer birçok halktan insanın tıpkı İran’daki protestolarda olduğu gibi hep beraber yan yana olmalı. Halkların kendini ifade ettiği bayrakların katılımı neden bir Farsı korkutsun ki? “Ülke bölünecek” korkusuyla devrim yapılamaz. Bunu unutmamalıyız ki şuan gerçekleşen protestolarda yükselen taleplerinin özetinin, “Jin, jiyan, azadî” olması tesadüf olamaz.  Çünkü bu slogan bir felsefedir. Bu felsefe ise şuan Rojava’da hayat bulan kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik bir yaşam paradigmasıdır. Yani olacaksa bir devrim bu pradigmanın hayat bulduğu tüm halkların özgür bir şekilde kendi kaderlerini tayin ettiği, doğaya saygılı, cinslerin özgürlüğünün hayat bulduğu, yolsuzluğun olmadığı, silah üretiminin durdurulduğu, tek sesin ve tek bayrağın ortadan kaldırıldığı bir yaşam modelidir.  Tek bayrağın dalgalanmasına karşı olan felsefeye ait, “Jin,jiyan, azadî” sloganın binlerce ağızdan hep birlikte haykırıldığı Avrupa’daki eylemlerde sadece dev İran bayrağı altında yürümeye zorlamak demek kendi ülkesinde olup bitenleri, her halktan insanın neden şuan İran sokaklarında kol kola protestolarda olduklarını anlamak demektir. Kadınların özgürlük haykırışlarını sadece İslam ve başörtüsüne indirgemek demektir. İran halkının bu kadar ağır bir vahşetle karşı karşıya kaldıkları dönemde neden İran devletine karşı bir tavır göstermediklerini anlamamak demektir. İran’da sadece mevcut hükümetin değişimi için değil, Ortadoğu’da yeni bir yaşam modelinin kurulması gerektiği taleplerinin haykırıldığı, kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik yaşam modelinin kapitalist devletlerin çıkarına uymadığı için İran halkının yalnız bırakıldığını anlamamak demektir. Yani kısacası özgür yaşamın ne demek olduğunu bilmemek demektir. 
 
* Ressam