Yoleri: Tutukluların yalnızlaştırmasını dayanışmayla kırabiliriz 2022-11-27 09:15:04   İSTANBUL - Devletin tutuklulara karşı “düşmanca” bir tutum içerisinde olduğunu belirten İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, tutukluların yalnızlaştırılmak istenmesine karşı “dayanışma” çağrısı yaptı.     Türkiye’deki cezaevlerinde tutuklulara yönelik hak ihlalleri her geçen artıyor. “Kütüphaneden kitap almadı” ve “kantinden alışveriş yapmadı” gibi gerekçelerle tutukluların infazları yakılırken, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) “cezaevinde kalamaz” raporlarına rağmen hasta tutukluların tahliyesi engelleniyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Hapishane Komisyonu verilerine göre, cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere toplam bin 517 hasta tutuklu bulunuyor. Aynı verilere göre 2022 yılının 10 ayında 63 tutuklunun cezaevlerinde yaşamını yitirdi. İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin konuştu.    SAĞLIĞA ERİŞİM ENGELİ   Cezaevlerinde hak ihlallerinin son yıllarda arttığını belirten Yoleri, özellikle 2015 ve 2016 sonrası bunların daha yoğun yaşandığını söyledi. Hak ihlallerinin başında gelen işkence uygulaması ve sağlığa erişim engelinin ise son 2 yıldır yoğunlaştığının altını çizen Yoleri, bu durumun cezaevlerinde çok ciddi problemlere yol açtığını kaydetti.  Bu problemlerin infaz rejiminin mantığından kaynaklandığını belirten Yoleri, “Yani hem yasalarda hem de yönetmelik ve genelgelerde çok ciddi problemler var. Bu da uygulamada çok ciddi problemler olarak karşımıza çıkıyor” diye belirtirken, bu durumun tüm tutukluların yaşamının her anı için ihlal anlamına geldiğini söyledi.   İNFAZDA EŞİTSİZLİK   İşkence ve kötü muamele uygulamalarının cezaevlerinde ki tüm tutuklulara karşı yaygın bir uygulama haline geldiğini belirten Yoleri, bu uygulamaların politik tutuklulara karşı daha da yoğunlaştığını söyleyerek, “Türkiye’de ki infaz rejiminin özünde bir eşitsizlik var. Yani siz eğer politik nedenlerle ceza aldıysanız ve tutuklandıysanız, bu cezanız, yatacağınız miktarının belirlenmesinden tutun, hastaneye nasıl götürüleceğiniz, havalandırmaya kaç saat çıkarılacağınıza ve yahut hastaneye sevk sırasında hangi muameleye maruz kalacağınıza kadar ağır koşullara bağlı olarak düzenlenmiş” dedi.   'DÜŞMANCA YAKLAŞIM'   Siyasi tutuklulara karşı olan ayrımcılığın uygulanmasında devletin düşmanca bir yaklaşım sergilediğini vurgulayan Yoleri, bunun zaman zaman politik konjektüre bağlı da şekillenebildiğini söyledi. Yoleri, “Yani dışarıdaki politika içeride ki politikayı da belirliyor. Örneğin Kürtlere yönelik düşmanca bir yaklaşım varsa, dışarı da çatışma dili burada güçlü ise içeride ki Kürt tutuklulara yönelikte bu politikaların yansımalarıyla karşılaşabiliyoruz” dedi.   'TECRİDİN EN AĞIRI İMRALI’DA'   Cezaevlerindeki işkencenin ise 2 boyutu olduğunu ifade eden Yoleri, bunlardan birisinin fiziki darp ve psikolojik işkence, diğerinin ise tecrit olduğunu belirtti. İHD olarak 1997 yılından beri tecridi bir işkence yöntemi olarak gördüklerini söyleyen Yoleri, “Bunu sadece biz böyle söylediğimiz için değil yani uluslararası alanda da işkence ya da tecrit tarif edilirken, tecridin bir işkence olduğunun altı çizilir zaten” dedi. Tecrit uygulamasının aynı zamanda Türkiye’de ki cezaevlerinde yaygın olarak uygulandığına dikkat çeken Yoleri, tecridin en ağırının ise İmralı Adası’nda bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulandığını vurguladı.   AİLELERİN MÜCADELESİ   Hasta ve infazı yakılan tutukluların yakınları tarafından her hafta sürdürülen Adalet Nöbeti’ne de değinen Yoleri, “Polisin son dönemlerde bu ailelere saldırmasının nedeni, bu ailelerin direncini kırmaktır. Aileler üzerinden sürdürülen bu baskı politikaları, tecridin en temel amaçlarında olan hapishanelerde tutukluları yalnızlaştırma, dayanışmadan yoksun bırakma ve böylece kimlik ve kişiliklerini parçalamaya yöneliktir.  Ama bu amaç ailelerin çabaları ile bir nebze olsa da başarılamıyor” dedi. Tutuklu yakınlarına yönelik baskının aynı zamanda cezaevlerinde yaşananların, toplum tarafından görülmemesi için uygulandığını ifade eden Yoleri, bunun özellikle Adalet Nöbeti eylemi yürüten ailelere karşı “vahşi” bir şekilde yürütüldüğüne dikkat çekti.   DAYANIŞMA ÇAĞRISI   Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nden 12 yıllık tutukluluğunun ardından 22 Kasım’da tahliye edilen Zeynep Calıhan’ı karşılamaya gidenler arasında bulunan Adalet Nöbeti eylemcisi Fince Akman’ın slogan attığı gerekçesiyle gözaltına alınmasını bununla örneklendiren Yoleri, “Sırf cezasını tamamlayıp çıkan bir mahpusun karşılamasına gitti diye bir anneye bu yapılanlar, ne hukukla ne de insanlık ve vicdan ile açıklanabilir.  Ama bu bir devlet politikası. Yani baskı ile insanları hak savunusundan vazgeçirmeye, biat etmeye zorlayan ve bunu yapmıyorsa da sessiz bir pozisyona sokmaya çalışan bir devlet politikası ve pratiğinden söz ediyoruz. Maalesef bu yaşanılan bunun yansıması” diye belirtti.    Türkiye’ de adalet talep edilmesine tahammül edilmediğini söyleyen Yoleri, “Zaten sahip olduğumuzu talep etmeyiz. Bugün yaşamın neresine bakarsanız bakın her yerde bir adalet talebi var. Suruç aileleri, Adalet Nöbeti, Cumartesi Anneleri, Çorlu tren kazasında yakınlarını yitirenlerin aileleri, Şenyaşar ailesi, 10 Ekim aileleri, Madımak katliamında yaşamını yitirenlerin aileleri, yargısız infazla öldürülen gazeteci ya da aydınların ailelerinin tamamı adalet talep ediyor” diye ifade etti.   Yoleri, şunları söyledi: “Her türlü hak talebinin, dayanışma etkinliği ve adalet isteminin baskıyla karşılandığı bir dönemde, hapiste tutulan insan sayısının her geçen gün arttığı bir süreçte, bence tam da bunun tersini yapmak lazım. Yalnızlaştırmaya karşı dayanışmayı büyütmeliyiz.”