Adım adım uluslararası komplo: Çarmıha gerilme

img
 
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, “çarmıha gerilme” ve “tabutun hazırlanması” olarak nitelendirdiği uluslararası komplonun 130 gün süren Avrupa sürecinden sonra küresel güçlerin pazarlık ve işbirliğiyle film sahnelerini aratmayacak bir operasyonla Türkiye’ye getirildi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olarak değerlendirdiği, Büyük Ortadoğu Projesi ile koordinatörlüğünü Amerikan Birleşik Devletleri’nin (ABD) yaptığı uluslararası komplo 25’inci yılını geride bıraktı. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un Suriye ve Yunanistan ziyaretleriyle başlayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tasfiyesini amaçlayan uluslararası komplo, yıllar içerisinde uluslararası güçlerin dahil edilmesiyle sürdürüldü. Küresel güçlerin dahil edilmesiyle Abdullah Öcalan, komploya dahil olan Şam hükümetinin baskılarıyla 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda kaldı. 
 
Kürt sorununu demokratik bir zemine kavuşturmak için gittiği Avrupa’da “istenmeyen kişi” ilan edilen Abdullah Öcalan için 130 gün sürecek olan “sürek avı” başladı. 15 Şubat 1999’da getirildiği Türkiye’de tutulduğu İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde komplonun uluslararası boyutunu teşhir eden Abdullah Öcalan, “Ben Türkiye’nin değil, uluslararası komplonun mahkumuyum” tespiti yaparak, şunları söyledi: “İlk çivi Moskova’da çakıldı; ihanetin yılan soğukluğunu yaşadım. İkinci çivi Roma’da çakıldı; kapitalizmin ince oyunlarına karşı onurdan vazgeçmedim. Üçüncü çivi Atina’da çakıldı; eşi görülmemiş dostluğa bir ihanet karşısında adeta dilim tutuldu, felç oldum. Dördünü çivi Nairobi’de çakıldı; idam cezasıyla arandığım Türkiye’ye teslim edildim. ‘Çarmıh (dört çivi) komplosu’ sonucu Marmara Denizi’ndeki İmralı tek kişilik ada hapishanesine konulup, çarmıhta ölme (idam edilme) beklentisi içine alındım. Türkiye’nin komplodaki rolü burada ölümümü bekleme, yani infaz ve gardiyanlık olmaktadır.”
 
ABDULLAH ÖCALAN ANLATIYOR 
 
Kürt sorununun demokratik çözümü için can güvenliği başta olmak üzere birçok tehlikeyi göze alarak Avrupa’da kalmakta ısrar ettiğini belirten Abdullah Öcalan, bu süreci “Uluslararası Komplo Atina Davası” kitabında tüm ayrıntılarıyla kaleme aldı. Uluslararası komplo sonucu Suriye’den çıkan Abdullah Öcalan’ın Avrupa’da geçirdiği 130 günü, kendi anlatımıyla aktarıyoruz. 
 
KOMPLONUN İLK ADIMI: ATİNA
 
Suriye çıkışında önünde dağ ve Avrupa yolunun olduğunu belirten Abdullah Öcalan, “Genel nedenlerin yanı sıra Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK milletvekilli Kostas Baduvas’ın, Yunanistan Parlamentosu ve hükümetinin beni desteklediği vaatleri üzerine Yunanistan üzeri Avrupa’ya gitmeye karar verdim. Ancak Atina Havalimanı’na gittiğimde, Baduvas yerine Yunan İstihbarat Teşkilatı eski üyesi Savvas Kalenderidis ve istihbarat üst düzey yetkilisi Stavrakakis bizi karşıladı. Tuzağa çekilmiştim ve böylece ABD, İngiltere-Simitis komplosunun ilk adımı hayata geçirilmişti. Havaalanında defalarca aranan Baduvas, ‘Yapabileceğim bir şey yok, başbakanlıkta görüşmedeyim’ diyerek gelmiyordu. Bunun üzerine tedbir olarak havaalanı yetkililerine siyasi iltica talebinde bulundum” dedi. 
 
ULUSLARARASI HUKUKA UYULMADI 
 
İltica talebinin işleme konulmadığını kaydeden Abdullah Öcalan, “Bu sırada Baduvas’ın görüşmede olduğu Yunanistan Başbakanı Konstantinos Simitis, o sıralarda Kamu Düzeni Bakanı Peçalnikos, Dışişleri Bakanı Pangalos ve Savunma Bakanı Çohacopulos’u acil toplantıya çağırarak, resmiyete koymadıkları iltica talebimi görüşüyorlarmış. Uluslararası hukuk ve Yunan yasalarına göre mahkemeye gönderilmesi gereken iltica talebim prosedüre uyulmayarak görüşülmekte ve hakkımda Yunanistan’ı derhal terk etmem kararını almaktadırlar. Bu hukuk ve yasa dışı karar, havaalanında bizi bekleten istihbarat yetkilileri Kalenderidis ve Stavrakakis’e iletiliyordu. 4-5 saat boyunca Atina-Hellinikon havaalanının transit bölümünde bekletildik. Büyük bir tehdit ve telaşla aynı gün saat 17.00’a kadar çıkmam gerektiği, aksi halde zorlanacağım biçiminde bir tavırla karşılaştım. Bu sırada Rusya’daki temsilcimiz Numan Uçar tarafından hazırlanan davetiyenin fakslanmasıyla birlikte vize işlemlerimle ilgilenildi. Alelacele yapılan vize işlemleri ve Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan özel bir uçakla aynı gün Moskova’ya götürüldüm” diye anlattı. 
 
MOSKOVA’DA 33 GÜN 
 
Rusya’da Numan Uçar ve Rusya güvenlik elemanları tarafından karşılandığını ifade eden PKK Lideri, “Önce Liberal Demokrat Parti Başkanı Jirinowski’nin evine ardından bir dağ evine götürüldüm. Yanımdaki görevlilere siyasi iltica başvurusu verdim. Rusya’da bulunduğumu öğrenen ABD ve Türkiye’nin devreye girmesi sonucunda Rusya Başbakanı Yevgeni Pirimakov, Duma’nın iltica kararını uygulatmayacak, yasadı bir şekilde Rusya’yı terk etmemi dayatacaktı. Hakkımda uluslararası hukuk, Rusya yasalarının tanıdığı iltica hakkı, mahkeme kararı ve tutuklama gibi yasal prosedürler burada da uygulanmayacaktı. O günler Türkiye’de, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Ali İrtemçelik’i temaslar için Moskova’ya göndermişti. İrtemçelik, Başbakan Mesut Yılmaz’ın bir mektubunu Rusya Başbakanı Primakov’a iletmişti. Bu mektup ve ziyaret iadem karşılığında çeşitli ekonomik pazarlıkları içeriyordu. Etrafımızda bizi pazarlayan bir ağ vardı. Bu gelişmeler üzerine Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’ya siyasi sığınma talebinde bulundum. Duma, bana yönelik politikaları kınayarak, 4 Kasım 1998’de 1’e karşı 298 gibi neredeyse oybirliğiyle sığınma talebimi kabul etti. Böylece Rusya Federasyonu’nun bana siyasi sığınma hakkını tanımasını onaylıyordu” diye belirtti. 
 
SONRAKİ DURAK: ROMA
 
Rusya Federasyonu’nun siyasi sığınma hakkı tanıyan kararına ilk olarak ABD tepki verdiğini dile getiren Abdullah Öcalan, “ABD’nin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubun, yaptığı açıklamada, ‘Rusya hükümetinden Öcalan’ı hemen sınır dışı ya da iade etmek için gereken adımlarını atmasını istedik. Hiçbir ülke sığınma hakkı tanımamalıdır’ diyordu. Duma kararını tanımayan Rusya Başbakanı Primakov, 9 gün süre vererek, ülkeden ayrılmamam durumunda zor kullanılacağı tehditlerinde bulunuyordu. Türkiye üzeri Kıbrıs’a indirmek istiyorlardı. Uçağın havada imhası ya da Ankara’ya indirilmesi ihtimali üzerine gitmekten vazgeçtim. İtalya’daki temsilcimiz Ahmet Yaman aracılığıyla haber ettiğim İtalya Yeniden Kuruluş Komünist Partisi (PRC) Milletvekili Ramon Mantovani’nin devreye girmesiyle 12 Kasım 1998 tarihinde Rusya’dan İtalya-Roma’ya geçtim. Böylece Rusya ziyaretim 33 gün sonra son buluyordu” diye aktardı. 
 
DOSTLUK BEKLERKEN TUTUKLANDI 
 
PKK Lideri, Roma sürecini ise şöyle anlattı: “İtalya’ya vardığımızda dostluk beklerken tutuklandım. Bu karar daha sonra kaldırıldı ancak bu kez sert bir abluka söz konusuydu. Dönemin Başbakanı Massimo D’Alema’nın karşı koyacak gücü yoktu. İtalya hükümeti kendine güvensizdi ve belirleyici olma güçleri yoktu. Adeta bir suçlu muamelesi yapıldı. Parmak izlerimi aldılar, fotoğraflarımı çektiler. Sağlık koşullarımı ileri sürmemle tıbbi müdahalelerin de yapılabildiği bir yere götürdüler. Bu sırada resmi makamlara siyasi iltica talebimi içerin yazılı başvuruda bulundum. Tüm olumsuzluklarına ve zorlanmama rağmen İtalya, diğer ülkelerden (Yunanistan ve Rusya) farklı olarak resmi işlemler yaptı. İltica talebimi hükümet düzeyinde işleme koyan ilk ve son ülkeydi. Böylece kalışım hukuki bir güvenceye dayanıyordu. Ancak İtalya üzerinde ABD’nin başlattığı ve daha sonra Avrupa Birliği Konseyi’nin de dahil edildiği olağanüstü baskılar karşısında siyasi sığınma talebimin kararı sürüncemede bırakıldı.
 
İTALYA’DA ŞİDDETLİ BASKILAR
 
İtalya hükümeti, siyasi ve ekonomik baskı altına alındı. Bizzat ABD ve Clinton devreye girerek, İtalya üzerinde baskı uygulamaya başladı. ABD Başkanı Bill Clinton, 24 Kasım 1998 tarihinde iki kez telefonla aradığı İtalya Başbakanı D’Alema’ya ‘Tarihi bir hatadan kaçının’ diyecekti. Ben ise, bu süre içinde Avrupa’da bulunma amacıma ilişkin olarak yaptığım açıklamalarla Kürt sorununun demokratik çözümü ve barışın sağlanması için çabalıyor, bu yönlü çeşitli çağrılarda bulunuyordum. 26 Kasım 1998’de yaptığım bir açıklamaya tepki gösteren dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin, ‘Öcalan bir an önce Türkiye’ye iade edilmelidir’ diyordu. Buna paralel Türkiye hükümeti de iade edilmem talebinde bulundu. Aynı baskılarını Avrupa Konseyi üzerinden de yürütüyorlardı. Daha önce uluslararası konferans ve uluslararası yargılama önerim konusunda lehimize olumlu kararlara imza atan Avrupa Konseyi, ABD baskıları nedeniyle geri adım atarak, ABD’nin ‘terörist’ çizgisine çekilen kararlar almaya başladı. Baskılara dayanamayan D’Alema hükümeti, hükümetin düşme tehlikesi olduğunu ileri sürerek, ülkelerinden çıkmam yönünde artan dozajda psikolojik baskı uygulamaya başladı. Baskılar buradakinden (İmralı) bile daha şiddetliydi. Başbakan da yapılanları biliyordu. Sonuç olarak bir teminat verilmesi durumunda ülke sınırları dışına çıkabileceğimi bildirmek zorunda kaldım. 
 
‘İSTENMEYEN ADAM’ İLAN EDİLDİ
 
Bunun üzerine hükümet Avrupa’da başka bir ülke bulmak için girişimler başlattı. Bu sırada Almanya Federal Hükümeti hakkımda daha evvel aldığı iade zorunluluğu içeren tutuklama kararını ‘Amacı iade olmayan’ bir tutuklama kararına çevirdi. Böylece Almanya’ya iade edilmem ihtimali ortadan kaldırılarak, siyasi hesaplarla alınmış başka hukuk dışılık sergilenmiş oldu. Fransa yapılan görüşmelerde ülkelerine kabul etmeyeceklerini bildirerek, Senegal önerisi yaptı. Bu öneri gayri ciddi bulunarak, Avusturya ve Finlandiya seçenekleri tartışıldı. Finlandiya Dışişleri yetkililerince ‘Almanya kabul ederse’ şartı getirildi. Almanya kabul etmeyince Finlandiya girişimleri sonuçsuz kaldı. Avusturya’da ülkesinin beni kaldıramayacağını bildirdi. Bir zorla atmadıkları kalmıştı. Oysa İtalya dolayısıyla Avrupa’daki niyetim Kürt sorununu demokratik bir platforma çekmekti. Zorlasam kalabilirdim, Roma hukukunun doğduğu merkezde atılmam zordu ancak bunun siyasi riskleri ağırdı. Sonuçta İtalya cesur davranmayarak geri adım attı. İtalya, Almanya ve Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin kapıları bana fiilen kapatılmıştı. Avrupa’da ‘İstenmeyen adam’ ilan edilmiştim. Önümde planlı bir şekilde Rusya ve Yunanistan seçenekleri bırakılıyordu. Nitekim Ahmet Yaman’ın devreye girmesiyle İtalya Başbakanlığı tarafından tahsis edilen bir uçakla tekrar Rusya’ya gitmek zorunda kaldım.” 
 
MOSKOVA’YA İKİNCİ GELİŞ 
 
İtalya’nın “Öcalan’ı geri alın, size IMF’nin bloke ettiği 1998 yılı yardımının ilk bölümü olan 8 milyar dolarlık krediyi açtıralım” teklifinin Rusya tarafından kabul edilmesi üzerine 16 Ocak 1999’da Moskova’ya indiğini belirten Abdullah Öcalan, “Pazarlık üzerine gelmeme rağmen daha sert bir tutumla karşılaştım. Özel güvenlik birimleri tarafından dışarıyla tüm ilişkilerim kestirildi. Götürüldüğüm eve gidiş ve gelişler de yasaklandı. Kendi çabalarımla Kurdistan ya da başka ülkelere çıkmama imkan tanınmadı. 17 Ocak 1999’da Rus güvenlik birimleri tarafından ‘Hükümetimiz sizin burada kalmanıza müsaade etmiyor. Gerekçesiz sizin 3 gün içerisinde Rusya’yı terk etmeniz gerekiyor, ama gideceğiniz yeri biz belirleyeceğiz’ denilecekti. Bir gün sonra (18 Ocak) Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksandr Lebedev, Türkiye’ye ‘Öcalan yakalanır yakalanmaz sınır dışı edilecek’ sözü verdi. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’te bunu teyit eden açıklamalarda bulunuyordu. ABD Dışişleri Bakanı Medeleine Albright’ın Rusya’yı ziyaret edeceği basına yansıdı. Büyük ihtimalle oyunun son perdesi bilinerek, hazırlanmış ve oynanıyordu” şeklinde konuştu. 
 
ÇARMIH VE TABUTUN HAZIRLANMASI
 
Bu sürecin çarmıh ve tabutun hazırlanması olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, “Moskova’dakiler ilk çivileri sıkı vuruyorlardı. Belli ki karar, üst düzeyden ve kesindi. Kurdistan’a gitme isteğimi ilettim. Önce ‘Ermenistan üzeri sınıra bırakabiliriz’ denildi. Hemen ardından ifade ettikleri şuydu: ‘Durum değişti, Tacikistan’a gidiyoruz.’ Medeleine Albright’ın Moskova ziyareti öncesi (20 Ocak) oyun ve zorbalıkla bir kargo uçağına bindirilip, Rusya sınırları dışına, sonrada Tacikistan’ın başkenti Bişkek olduğu köy evi gibi bir yere götürüldüm. Bu bir zorla kaçırılmaydı. 8 gün tam bir tecrit altında tutuldum. Dışarıyla tüm ilişkilerim kesilmişti. Mahkeme kararına dayanmayan gözaltı koşullarında tutuluyordum. 8 gün sonra (28 Ocak) hazırlanan bir uçakla tekrar Moskova’ya getirildim. Tanımadığım birisi tarafından karşılandım ve havaalanından Rus özel birliklerinin kaldığı bir binaya götürüldüm. Kısa bir süre sonra yanıma gelen Rus görevliler tehditlerle ertesi sabah Şam’a giden uçağa bindireceklerini söylediler. Amaç beni Suriye üzerinden Türkiye’ye teslim etmekti. Çünkü Suriye, Türkiye ile o dönem benim tekrar ülkelerine gelmem halinde teslim edileceğim konusunda anlaşmaya varmıştı. Uçağın Türkiye üzerinden geçmesi nedeniyle havada imhası da mümkün olabilirdi. O nedenle bu teklifi kabul etmedim. Durum tehlikeli bir hale gelmişti. Yunanistan’da bulunan Ayfer Kaya aracılığıyla Amiral Naksakis’e can güvenliğimin tehlikede olduğunu bildirdim” dedi.
 
ATİNA’DA TUZAĞA DÜŞÜRÜLDÜ 
 
Emekli General Naksakis ve tercüman Ayfer Kaya’nın getirdiği özel uçakla 29 Ocak 1999’da yeniden Atina Havaalanı’na indiğini söyleyen Abdullah Öcalan, o günleri şöyle anlattı: “VİP’ten geçilerek, Nea Makri’de oturan yazar Vula’nın evine getirildim. Bir gece burada kaldım. Yunan yetkilileri Atina’ya gelişimden haberdardı ancak nerede kaldığımı bilmiyorlardı. Rus yetkililer Bükreş’e indikten sonra Atina’ya gitmemi tembihledi. Bundan kuşkulandığım için direk Atina’ya geçtim. Naksakis sonradan Türkiye’ye teslim edilmemin Bükreş’te olacağının kararlaştırıldığını iddia edecekti. Bunu doğrularcasına o sıralarda Yunan İstihbarat Başkanı Stavrakakis’in beni Bükreş’te beklediği biliniyor. Bükreş’te bulunan Stavrakakis telaşla yardımcısı Savvas Kalenteridis’i arayarak benim Yunanistan’a girdiğimi ve ondan kaldığım yeri acilen bulmasını istemiştir. Emri alan Savvas Kalenteridis, kaldığım yeri saptayabilmek için Naksakis’i telefonla arayarak, itiraf etmesini istemiş, sonuç alamamış. Bunun üzerine Naksakis’in evi o gece (29 Ocak) gizli servisten Covaras ve iki polis tarafından basılmıştır. Bu baskında Naksakis oldukça hırpalanmıştı. 30 Ocak sabahı Vula’nın evine geldiğinde üstü başı dağınıktı ve elbisesinde çamur izleri vardı. Naksakis, eve gelmeden önce 46 yıllık arkadaşlığına güvendiği Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos ile görüşerek, ülkede kalmam için izin verilmesini istemiştir. Bunun üzerine de Pangalos benimle görüşmek istediğini bildirir. Naksakis geldiğinde bana görüşmenin sonucunu aktardı. Pangalos, Naksakis aracılığıyla bana şu mesajı iletiyordu: ‘Ülkemize hoş geldiniz. Sizinle görüşmek istiyoruz. Hukuki anlamda gereken işlemler yapılacaktır. Farklı bir yaklaşım olmayacak. Bu açıdan sizin durumunuzu somut olarak tartışmak istiyoruz.’ Ardından teminat veriyordu: ‘Bizzat kendim bu görüşmeye katılacağım.’ Bende bu görüşmenin önemli olacağını söyleyerek kabul ettim. Hatta evinde kaldığım Vula’ya ‘Pangalos ihanet edebilir mi?’ diye sormuştum. Çok keskin bir şekilde ‘Hayır seçim için bundan iyi bir fırsat olamaz’ diyordu.
 
Daha sonra ortaya çıktı ki Pangalos açık bir hileye başvurmuştu. Akşam saatlerinde yapacağımız görüşmeden önce Başbakan Kostas Simitis’in yanına giderek, ‘Elimde bir bomba var ne yapalım?’ diye sormuş. Simitis de derhal yurt dışı edilmemi istemişti. Fakat Pangalos, bunu Naksakis’e bildirmez. Durumdan habersiz bir şekilde görüşmeye gideceğimiz saati bekliyorduk. Akşam vakti görüşmek için gittiğimiz yerde Pangalos’un yerine yine Stavrakakis ve Kalenteridis ile karşılaştım. Tuzağa düşürülmüştüm. Görüşmek için çağırdıkları eve en üst düzey de istihbarat ekibini yollamışlardı. Tehditkar bir üslupla, ‘Sana sabah dörde kadar süre tanıyoruz. Aksi halde bildiğimizi zorla yaparız’ diyorlardı. Zorla bir yere götürdüler. Bir kez daha iltica talebinde bulundum. Ancak Stavrakakis, talebimi resmiyete koymadığı gibi bunun kabul edilmeyeceğini bildiriyordu. Yasadışılık kural olmuştu. Yurt dışı edileceğim söylendi ancak nereye gönderileceğim söylenmiyordu. Bu belirsizlik, tehdit ve baskı ortamında Hollanda’ya gitme önerisinde bulundum. Stavrakakis, Şengen Anlaşması’nı ileri sürerek, Yunanistan’dan Hollanda’ya gidilmesi halinde tekrar iade edileceğimi ileri sürerek, Şengen ülkesi olmayan transit bir ülkeden geçilmesini istedi. Bunun için Minsk seçildi. Plana göre bir uçak beni Atina’dan Beyaz Rusya’nın Minsk kentine, ikinci bir uçak da Lahey’e götürecekti.”
 
MİNSK YOLCULUĞU VE PETROL PAZARLIĞI 
 
Yunan yetkilileri tarafından temin edilen bir uçakla 31 Ocak 1999’da Minsk Havaalanı’na doğru yola çıktıklarını dile getiren Abdullah Öcalan, “O sırada Hollanda-Lahey’e götürecek ikinci bir uçağın orada temin edileceği yönünde bilgilendirildim. Minsk, Rusya’nın yetki alanındaydı. Sonradan ortaya çıktı ki bir gün önce (30 Ocak) Davos’ta gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu toplantısında Rusya Başbakanı Primakov ile ABD’li petrol şirketleri arasında durumum pazarlık masasına yatırılmış. Rusya’da yayımlanan ekonomi gazetesi Kommersant’da çıkan ‘Apo’ya karşı petrol pazarlığı’ konulu habere göre, Davos Anlaşması’yla Kazak petrolleri Rusya, Azeri petrolleri ise Türkiye üzerinden dağıtılacaktır. Buna karşılık Ankara, Kazak petrollerinin Boğazlar üzerinden dağıtılmasını engellemeyecektir. Pazarlığın Rusya’ya düşen kısmı ise şudur: Moskova, Bakü-Ceyhan boru hattına müsaade edecek ve benim iltica başvurumu kabul etmeyecektir.” 
 
Aynı gün indiği Minsk Havaalanı’nın Rusya Başbakanı Primakov’un Avrupa havaalanının kendisine kapatıldığını bildirdiğini aktaran PKK Lideri, “O sırada Avrupa’daki bütün uluslararası havalimanları benim içinde bulunacağım herhangi bir uçağa iniş izni vermeme konusunda alarma geçirilmişti. Çok üst düzeyde bir karar alındığı açıktı. Daha sonraları bu kararın gizli olarak İsviçre’de alındığı ortaya çıkacaktı. O günlerde NATO istihbaratı, İsviçre’de toplantı yapıyor. Rusya Başbakanı Primakov, toplantının ardından hemen ardından ve aynı gün tüm Avrupa ülkelerine inişimizin yasaklandığını Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) adına bildiriyordu. O gün Avrupa basını da ‘Bu gece için Avrupa havaalanlarının tümü Apo’ya kapandı’ şeklinde haberler yayınlıyordu. Sözde Hollanda uçağını ayarladıklarını söylemişlerdi, ama Minsk’e indiğimizde gelmeyeceğini söylediler. Açık oyun oynadılar. Minsk havaalanında ve ağır kış koşullarında saatlerce Yunan uçağında bekletildim. Ortada bir belirsizlik vardı. Pilotun bizi indirme girişimleri de dikkat çekiciydi. Bu girişimin fiziki varlığımızı tehlikeye düşüren bir durum olması nedeniyle uçağı terk etmeyi reddettim. Tüm ısrarlara rağmen uçaktan inmememiz üzerine Yunanistan uçağı 31 Ocak’ı 1 Şubat’a bağlayan gece saat 04.00 sularında tekrar Atina’ya döndü. Atina Havaalanı’nda NATO çalışanı Stavrakakis hazır bulunuyordu. Önceki ısrarlarını sürdürerek, Yunanistan’ı terk etmemi istiyordu. Bunun üzerine bir kez daha iltica talebinde bulundum. Ama talebim yine işleme konulmadı. Oradan apar topar Korfu Adası’na götürüldüm” dedi. 
 
PKK Lideri, Korfu Adası’nda Amerikan ve İngiliz askeri üslerinin bulunduğu bir istihbarat merkezinde tutulduğunu belirterek, buranın bir NATO üssü olma ihtimalinin de olduğunu kaydetti. Kurdistan’a dönme isteğini ilettiğini ancak bu talebin hiçbir zaman kabul edilmediğini dile getiren Abdullah Öcalan, ikinci önerisinin Sırbistan olduğunu ancak kendi imkanlarıyla ülke dışına çıkmasına müsaade edilmediğini, iletişimimin engellendiğini, tecrit içinde tutulduğunu söyledi. 
 
ANKARA’DA OLAĞANÜSTÜ GÖRÜŞMELER
 
Korfu Adası’nda tutulduğu süreçte uluslararası güçler arasındaki pazarlığa dayanan görüşmelere değinen Abdullah Öcalan, şöyle devam etti: “Tecrit altında tutulduğum aynı gün (1 Şubat) sabah saatlerinde Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos, ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns’ü telefonla arayarak, Yunanistan’da olduğumu bildirmiştir. Burns ise, ‘Tamam siz onu Yunanistan’da çıkarın, gerisine karışmayın’ demiştir. Daha sonra bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin, ‘Öcalan’ın uçağı Yunanistan’a inmiş olabilir, ama şu anda orada değil. Yunan hükümeti de diğer hükümetler gibi Öcalan’ın orada kalmasına izin vermemektedir’ sözleriyle işlerin planlandığı gibi gittiğini itiraf etmektedir. Yine Türk basınının bildirdiğine göre, o kritik günde (1 Şubat) Ankara’da Başbakanlık konutunda olağanüstü görüşmeler oluyordu. Konutta Başbakan Bülent Ecevit aynı zamanda benimle ilgili operasyonel faaliyetlerinde koordinatörü olan Genelkurmay Harekat Başkanı ve Başbakanlık Askeri Danışmanı Korgeneral Yaşar Büyükanıt ile bir araya geliyordu. ABD, Türk ve Yunan yetkililer nereye götürüleceğimi bilirlerken, ben ve refakatçilerim tecrit altında tutulduğumuz Korfu’daki istihbarat merkezinde henüz nereye götürüleceğimizi dahi bilmiyorduk. 
 
GLADİO’NUN GİZLİ UÇAĞI
 
Saat 16.00 civarında istihbaratçı Savvas Kalenteridis, sevinçli bir haber getirir gibi ‘Başardık! Pangalos’la konuştum, sizden özür diliyor. Kötü davrandığı için üzgün. Çözüm bulduk, sizi bir Afrika ülkesine götüreceğiz. Burada Yunan hükümeti güvencesi altında geçici olarak kalacaksınız bu süre içinde pasaportunuz hazırlanarak Güney Afrika Cumhuriyeti’ne götürüleceksiniz’ dediğinde, ‘Nasıl Afrika’ diye tepki göstermiştim. Kalenteridis, kuşkumu gidermek için birçok vaatlerde bulunarak, ‘Afrika’da büyükelçiliğimizde kalacaksınız. Oralar Yunan topraklarıdır, dokunulmazlığı var. Bizim dışımızda hiçbir güç müdahale edemez ve siz orada güvenli bir şekilde kalacaksınız. Can güvenliğiniz sağlanacak’ diyordu. Gidilecek yerin bir ara durak olduğunu ve Güney Afrika ile görüşeceklerini önceden ilişki kurduklarını ekleyecekti. Burada Kenya’dan bahsedilmemiş sadece Afrika denilmişti. Daha sonra bu vaatlerin yalan olduğu ortaya çıkacaktı. Bize ‘Afrika’ya gidilecek’ denilen bu uçağın hareket saati 19.00 olarak bildirilecekti. Ancak Korfu’da olduğumun basına yansıması nedeniyle kalkış saatini 20.30’a ertelediler. Bizi uçağa götüren şoförlerin yaklaşımı şoförler dahil Yunanlı tüm yetkililerin daha Korfu’da iken Türkiye’ye kaçırılacağımı biliyordu. Pangalos tarafından hazırlandığı söylenen uçağın öğelerinin silindiği ve Malezya bayrağı taşıdığı daha sonraları ortaya çıkacaktı. Beni Kenya’dan Türkiye’ye götüren uçak da Malezya bayrağı taşıyordu. İsviçre’den geldiğini tahmin ettiğim çok özel bir uçak, Yunanlı olmayan ekibiyle gizli bir askeri havaalanında beni bekliyordu. CIA veya İngiltere istihbarat uçağı olma ihtimali yüksekti. Dostluğun kitabında böyle ihanetlere yer olmayacağına o kadar inanmıştım ki birisi o anda bana ‘kaçırılıyorsun’ deseydi, terslerdim. Çünkü insanlığın kitabında buna yer yoktu. Bindiğim uçak Gladio’nun gizli operasyonlarda kullandığı bir araçtı.” 
 
Kenya’ya gitmek üzere 1 Şubat’ı 2 Şubat’a bağlayan gece saat 05.30’da özel bir uçak, gizli biçimde askeri havaalanına geldiğini, bu uçağın da hiçbir resmi kaydının, numarası, bayrağı, nereye ait olduğunu gösteren bir işaretinin de olmadığını sözlerine ekleyen Abdullah Öcalan, “Uçağa bindiğimizde kuşkulanmıştım. Uçaktakiler sarışındılar ve İngilizce konuşuyorlardı. Hostesi de vardı. Kalenteridis’e ‘Bu uçak Amerika’nın mı? Onların bu gidişimizden haberi var mı’ diye sormuştum. Kalenteridis, yine kuşkularımı giderme rolünü ustaca oynayarak, Kenya’ya gideceğimizi bu uçakta söyleyecekti. Kendisinin hükümet adına geldiğini, diplomatik pasaportun hazır olduğunu söylüyordu. ‘Hiçbir sorun yok, Kenya’ya gidersiniz. Güvenlik açısından en uygun yerdir, 15 gün içinde de bir Güney Afrika Cumhuriyeti pasaportu hazırlanıp size verilecektir’ diyordu. Bana olan bağlılık rolünü ustaca oynaması nedeniyle ondan, Türkiye’ye teslim edilinceye kadar hiç şüphelenmeyecektim. Dostluk bağını araç olarak kullanmasaydı, onun bu vaatlerine inanmazdım. Eğer onun tavrı olmasaydı, komplo bu biçimde asla gerçekleşmezdi. Çok güveniyordum ona. O yüzden ‘onun eliyle yaptılar ve yüzde yüz başardılar’ diyorum” şeklinde anlattı.
 
NATO’NUN ÖZEL OPERASYONU 
 
NATO Gladiosu veya CIA’nin ayarladığı kuvvetle muhtemel olan gizli uçağın 2 Şubat saat 11.00 sularında Nairobi Havaalanı’na indiğini belirten Abdullah Öcalan, “Kenya Büyükelçisi Kostoulas, beni karşılamaya geldi ve rahatlıkla havaalanından aldı. Daha sonra NATO bünyesinde görev yapmış bir diplomat olduğunu öğrenecektim. Havaalanındaki karşılamada ‘NATO’da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum’ demişti. Ortaya çıktı ki bu süreçte NATO’nun özel operasyon birimi tarafından kontrole alınma durumum vardır. Bunlar eliyle Kenya’ya sürüklenmemin de bilinçli bir planlamaya dayandığı, her şeyin önceden ayarlandığı, Türkiye’nin ise Kenya Havaalanı’nda teslim almak ile görevlendirildiği ve tüm bu süreçlere ABD’nin önderlik ettiği ortaya çıkacaktı” dedi. 
 
ABD, YUNANİSTAN, TÜRKİYE İŞBİRLİĞİ 
 
Nairobi Havaalanı’nda Yunan Büyükelçiliği’nin resmi aracına bindirilerek, Yunanistan Kenya Büyükelçisi’nin ikametgahına yerleştirildiğini kaydeden Abdullah Öcalan, şöyle anlattı: “Kenya’ya ulaştığım gün olan 2 Şubat’ta Gaziantep Sanayi Odasınca düzenlenen bir toplantıda konuşan ABD Büyükelçisi Paris, ‘Eğer Dışişleri Bakanlığı ve Türk hükümet yetkilileriyle görüşmeler yaparsanız, Öcalan’ın Suriye’yi terk etmesinden bu yana bizim sağladığımız desteğin kendilerini tatmin etmiş olduğunu göreceksiniz’ demiştir. Bir gün sonrada (3 Şubat) İsrail ve Kenya yetkilileri devreye girecekti. 3 Şubat günü Kenya Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri Kathourima, Büyükelçi Kostoulas’a ertesi sabah görüşmek istediğini söyler. Bu ikili arasında ertesi gün resmi olmayan bir görüşme yapıldığı ortaya çıkacaktı. Öğrendiğime göre, aynı saatlerde de Ankara’da İsrail İstihbarat Şefi David Ivry başkanlığındaki bir heyet de Türkiye Dışişleri Başkanlığı MİT ve Genelkurmay Harekat Dairesinden yetkilerle toplantı halindeydiler. Yunanistan’ın Selanik kentinde ise ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns, gazetecilere ‘Yunanistan’ın PKK Genel Başkanı konusunda gerekeni yaptığı’ yönünde açıklama yapıyordu. ABD, Simitis, Türkiye işbirliğinde Kenya’nın önceden hazırlandığı ve bilinçli olarak Kenya’ya sürüldüğüm kesindi. Nitekim Güney Afrika hükümetiyle anlaşmaya varıldığı ve Güney Afrika’ya götürme vaadinin de bir yalan ve aldatma olduğu ortaya çıkacaktı.
 
İMRALI’NIN İNŞASI BAŞLADI 
 
Kaçırıldığım gün (15 Şubat 1999) komplo ile ilgili basında yayımlanan haberler üzerine, o dönem Güney Afrika Cumhuriyeti Hamburg Başkonsolosu olan Şaih, yaptığı açıklamada ‘Öcalan’ın Roma’da bulunduğu sırada PKK yetkilileri ile bir görüşme yaptık. Ancak Yunanistan’a böyle bir teminat vermedik ve bu yanıltıcı bir açıklamadır’ şeklinde konuşacaktı. Onlar için Kenya, sonraki teslim operasyonu için biçilmiş bir kaftandı. Çünkü orası ABD’nin tam kuklası bir rejimdir. CIA ve İsrail ajanlarının elindedir. Bir Mandela-Güney Afrika Cumhuriyeti böylesi komplolara düşmezdi. O dönem Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, kaçırılmam sonrası gazeteci Sedat Ergin’e yaptığı açıklamada, ‘4 Şubat’ta bize Öcalan’ın Afrika’dan alınabileceği haberi geldi. Onun üzerine bu mekanizma harekete geçirildi’ demiştir. Aynı tarihte harekete geçen Türkiye bir operasyon ekibi oluşturur. Tam da bu tarihte (4 Şubat) Marmara Denizi’ndeki İmralı yarı açık cezaevi boşaltılarak, Genelkurmay’a devredilir. Adanın etrafı askeri bölge ilan edilir ve tadilat adı altında özel olarak tek kişinin kalacağı şekilde İmralı Cezaevi’nin yeniden inşasına başlanır.”
 
15 ŞUBAT’A DOĞRU 
 
PKK Lideri Öcalan, 4 Şubat ile 15 Şubat arasında yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı: 
 
4 Şubat 1999: Baskılar artarak devam ediyordu. Özellikle 4-15 Şubat arası. Sürekli dışarıya çıkmaya zorlanıyordum. Bir ara Kenya’daki bir papanın evine yerleşmem istendi. Yunanistan’ın sorumluluğu altında olduğumu hatırlatarak, reddettim. Bir başka sefer Yunanlı olduğu söylenen Kenya Sağlık Bakanı’nın evinde kalmam istendi. Bu öneriyi de can güvenliği açısından sakıncalı görerek, kabul etmedim. Buradan da ortaya çıkıyor ki aslında ilk olarak imham planlanmıştı. Bu olmayınca İmralı devreye konuldu.
 
8 Şubat 1999: Türkiye Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican, Der Spiegel dergisine verdiği bir demecinde adım adım takip edildiğimi söyler ve ‘Biz onu yakalayacağız’ der. Türkiye bu sırada beni Nairobi’den almak üzere gönderilecek uçağın hazırlıklarını yapmaktadır. Uçağın rotası belirlenmiştir. 
 
10 Şubat 1999: Belirlenen uçak İstanbul’dan kalkarak, yerel saatle 16.00 sularında Uganda’nın Entebbe Havaalanı’na iner. Fransız Dassault imalatı bu uçak, Türk işadamı Cavit Çağlar’a aittir. 
 
11 Şubat 1999: Pangalos’un Diplomasi Büro Şefi Papaioannou’nun bir kez daha gizli emirle benim ‘ulusal renklerden’ derhal uzaklaştırılmam gerektiğini yenilediğini öğrenecektim. Dışişleri, Kamu, Adalet ve İstihbarat yetkilileri, sabaha kadara telefonla tartıştıktan sonra konuttan çıkarılmam ve orta yere atılmamda kararlı görünüyorlardı. 
 
12 Şubat 1999: Saat 10.00’da Binbaşı Savvas Kalenteridis Atina’daki şefi Albay Stavrakakis ile iletişim kurar. Stavrakakis, sığınma başvurum hakkında tekrar bilgilendirme sunan Kalenteridis’e şunları söyler: ‘Ona derhal ayrılmasını ve nereye istiyorsa gitmesini söyler. Biz hiçbir söz vermedik. Onunla ilişkimizi bitirmek için dışarı at Savvas! Lütfen çocuğum!”
 
ZORLA DIŞARI ÇIKARTMA BASKISI 
 
13 Şubat 1999: Sabaha yeni bir gelişmeyle uyandık. Tüm bu güvence taleplerim ve ısrarla elçilik konutundan çıkmama kararlılığım üzerine, zorla dışarı çıkartma girişimleri devreye konulacaktı. Atina’dan Pangalos’un müsteşarı Papaioannou, Büyükelçi Kostoulas’ı arayarak Pangalos’un talimatını iletir. Nairobi’den serserileri kiralayarak beni zorla sefarethaneden dışarı çıkarmasını Kostoulas’tan isterler. Büyükelçi bunun imkansız olduğunu söyler. Saat 16.00 sıralarında Pangalos’un bürosundan Büyükelçi Kostoulas’a beni elçilikten çıkaracak dört kişilik özel timin Atina’dan yola çıktığı bildirilir. Yapılan konuşmalara tanık olan Şemse Kılınç’ın sorusunu Büyükelçi, ‘Öcalan’ın kendisinin istediği korumalardır’ şeklinde cevaplamıştır. Aynı gün Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, hakkımda basına yansıyan demecinde ‘Ortaya çıksa da yok olacak, çıkmasa da yok olacak’ diyordu. 
 
14 Şubat 1999: Büyükelçinin korumaların olduğunu söylediği dört kişilik Yunan özel timi, elçi tarafından bulundukları otelden alınarak, saat 13.00 sularında Büyükelçiliğe getirilmişti. Büyükelçi Kostoulas, Atina davasındaki ifadesinde beni elçilik binasında zorla dışarıya atmak için Pangalos’un bürosundan talimat alan polisleri getirdiğini itiraf eder. Refakatçilerimin silahlı olduğunu ve direneceğimizi anlayınca operasyonu iptal ederler. Timin şefi Bobos John, operasyonun gerekçesini, ‘Yeni bir Niovi sokağı olayından korkuyorduk’ sözleriyle açıklamıştır. O zaman kendilerine ‘Yaklaşırsanız intihar ederiz’ demiştik. Direnmeyip çıksaydık, belki de beni öldüreceklerdi. 
 
İmralı’ya getirildiğimde sorgumda bulunan Türk yetkililer, ‘Yunan polisleri seni Yunan elçiliğinden çıkarsalardı, biz de hazırlık yapmıştık, seni öldürecektik’ dediler. Netice itibariyle elçilikten zorla çıkarma girişimi sonuçsuz kalmıştı. Aynı gün saat 17.00’de, elçilikten zorla çıkarılma girişiminin sonuçsuz kaldığı ABD Büyükelçiliği Sekreterine bildiriliyor. 14 Şubat’ta İtalyan avukatım Giuliano Pisapia Nairobi’ye geldi. İltica sorunu ve tekrar İtalya’ya gidiş konusunu görüşmek için çağırmıştım. Yarım saat süren görüşmeden sonra İtalya’ya dönen avukatıma Roma İstinaf Mahkemesi’ne sunulmak üzere el yazımla kaleme alıp imzaladığım dilekçeyi vermiştim. Ne var ki siyasi sığınma talep eden dilekçem Türkiye’ye kaçırılışımdan sonra kabul edilecekti.
 
VERİLEN SÜRE SONA ERDİ 
 
15 Şubat 1999: Sabah saat 08.00’de, Kenya Dışişleri Protokol Şefi, elçilik binasına gelerek Büyükelçi Kostoulas’ı Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri Kathourima’nın yanına götürür. Büyükelçi odaya girdiğinde Kenya İstihbarat Şefi Noan Arap Ta da orada bulunmaktadır. Yeni bir durum değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu görüşmeler yapıldığı sırada Uganda’nın Entebbe Havaalanı’nda 5 gündür bekleyen ve içinde Türk ekibinin yer aldığı uçak Kenya-Nairobi Havaalanı’na gelmek için işaret bekliyormuş. Nitekim bu görüşmenin ardından Uganda’da bekleyen Türkiye’ye ait uçak aynı gün saat 11.00 civarında hareket işareti almıştır. Uçağın belirleyici öğeleri silinerek yerine sahte Malezya bayrağı ve öğeleri yerleştirilir ve saat 13.55 sularında Nairobi Jomo Kenyatta Havaalanı’na doğru yola çıkar. Havaalanına inen uçak burada beklemeye başlar. Anlaşma gereği; Türk ekibi uçaktan ayrılmayacak, Yunanistan Büyükelçisi Kostoulas da yanına Kalenteridis’i alarak beni elçilikten çıkmaya ikna edecek, kapıdan çıktıktan sonra da Kenya yetkilisi Noan Arap Ta ve emrindeki polislerce kaçırılarak havaalanında bekleyen Türk timine teslim edilecektim. 
 
Büyükelçi kendisine verilen görevi yerine getirmek için saat 16.30’da büyükelçiliğe dönecekti. Büyükelçi gelir gelmez Savvas Kalenteridis’i alarak yanıma geldiler. Büyükelçi bir toplantıya gittiğini ve tanınan sürenin 15 Şubat’ta dolduğunu, çıkmazsak zorla bunun gerçekleştireceklerini karar olarak aktardı. Bende arkadaşlarımla irtibat kuramadığımı belirterek, güvenlik kaygıları nedeniyle elçilikten ayrılmayacağımı bildirdim. Bunun için bir gün zaman istedim. Ancak Büyükelçi Kostoulas, zamanları olmadığını, her şeyin hazır olduğunu, çıkmazsam zor kullanılabileceğini, bu durumda geceleyin neler olabileceğini garanti edemeyeceğini söyledi. 
 
TELEFON TRAFİĞİ ARTTI 
 
Konuşmalarımızın ardından Kenya polislerinin içinde olduğu Kenya hükümeti plakalı 5 araba, 3 Land Rover tipi cip saat 18.00 sularında tam 14 gündür bulunduğum Büyükelçi Kostoulas’ın evinin bahçesine park etti. Kendi aralarında görüştükten sonra Kenya İstihbarat Şefi Noan Arap Ta, hayranlığını ifade ettiği yumuşak konuşmasıyla güven vererek, elçilik konutundan dışarı çıkmaya ikna etmeye çalıştı. Hükümet güvencesi olmadan çıkmayacağımı söyledim bunun üzerine Kenyalı yetkili, ‘Uçak hazır bir an önce çıkın. Gece yaklaşıyor, geceleyin neler olabileceğini garanti edemem’ diyordu. Çıkmamakta diretmem üzerine yetkili, ‘Çıkmadığınız takdirde gece sizleri için kötü olacak, ülkemizde kan dökmek istemiyoruz’ diyerek, çıkmamama durumunda baskın yapılacağını hissettirdi. Bende güvence olmadan çıkmama fikrinde ısrar ettim. Kendimi adeta koyuverdim. Bunun üzerine Atina hükümet yetkilileri arasında telefon trafiği yoğunlaştı. Telefon konuşmalarından sonra Büyükelçi Kostoulas ve Kalenteridis, yanıma geldiler. Pangalos’un bizzat aradığını, iltica için verdiğim dilekçenin kabul edildiğini, hazırlanan uçakla hangi Avrupa ülkesine olursa olsun gidebileceğimi, Kenyalı polislerin de güvenli bir şekilde havaalanına götüreceklerini söyleniyordu. 
 
ALIKONULMA VE TÜRKİYE’YE GETİRİLME
 
Büyükelçi Kostoulas ve Kalenteridis’in inandırıcı bir şekilde hem Kenyalı polislere hem de Pangalos ve Simitis’e ilişkin güvence vermeleri tereddütlerimi azalttı. Bunun üzerine ‘O halde gidebiliriz’ dedim. Sonları filmi geriye sarıp düşündüğümde şu çarpıcı ayrıntı gelecekti. Elçilik evindeki son zamanlarımda Büyükelçi Kostoulas’ın benimle birlikte yemek yemekten vazgeçtiğini hatırlayacaktım. Hiç oturmamaya çalışıyordu. Mutfakçılar, elçiliğe bağlıydı. Bu arada ilaç, uyuşturucu kullanma durumları da olabilirdi. Çünkü o gün (15 Şubat) bir nevi durumum uyur-gezer gibiydi. Dolayısıyla sağlıklı düşünmeden alıkoyulmam için gerekli dozajda ilaç kullanmış olmaları yüksek bir ihtimaldi. Çok açık kuşkulu durumları bile çözemememin bir nedeni de uyuşturucu etkisi olabilir. 
 
Evin kapısına yol aldığımda karar yeteneğimin giderek zayıfladığını hissedebiliyordum. Normal direncimde değildim, bir uyuşukluk hali vardı. Kapıdan çıkıp bahçedeki elçilik arabasına hereket ettiğim sırada önüme çıkan Kenyalı polisler tüm tartışma ve itirazlara rağmen beni Büyükelçi Kostoulas ve Kalenteridis’in gözü önünde zorla kendi araçlarına bindirdiler. Kostoulas ve Kalenteridis, itiraz gibi yapsalar da bunda ısrarcı olmadılar. Yanıma oturmak isteyenlere de izin vermediler. Beni dolambaçlı yollardan havaalanına götürdüler. Kostoulas, Kalenteridis ve arkadaşlarım arkadaki arabadaydılar. Yolculuk halindeyken onlarla bağımı kopardılar. O sırada bilincimde giderek zayıflıyordu. Beni ciple kaçıranlar Kenya güvenlik ve istihbarat yetkilileriydi. Havaalanına vardığımızda herhangi bir polis ya da arama noktası da yoktu. Direk havaalanına girdik ve doğrudan uçağa götürüldüm. Uçağa binme anına kadarki bölümde Türkler yoktu. Uçağa girer girmez içindeki Türk Özel Timi, bir şey demeden üzerime çullanıp, beni yere yatırdı. Üzerimdeki her şeyi alıp, bantlarla her tarafımı bağlayıp, gözlerime de aynı kalın bantlarla yapıştırıp uçağın arkasına bıraktılar. Bilincim artık neredeyse tamamen gitmişti. Yürüyecek durumdaydım ancak düşünecek durumda değildim. İki saat sonra uyandım. Uçak iki defa indi; biri Mısır diğeri ya İsrail ya da Kıbrıs’tı. Gemiyle 4 Şubat’ta boşaltılıp, benim için özel olarak inşa edilen ada hapishanesine getirildiğim de ise 16 Şubat sabahıydı. Aynı gün Başbakan Bülent Ecevit, Türkiye’ye getirildiğimi kamuoyuna açıklayacaktı.”
 
YARIN / Adım adım uluslararası komplo: İmralı süreci