Çiçek: 2024 örgütsel kararlılığı ve cesareti büyütme dönemidir

İSTANBUL - Abdullah Öcalan’ın Türkiye’deki akut sorunların çözümü için referans gösterilecek tek kişi olduğunu belirten HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek, 2024 yılının "örgütsel kararlılığı ve cesareti büyütme dönemi" olduğunu belirtti.

Dünya halkları, yeni bir yıla daha ulus devletlerin yarattığı savaşların, krizlerin ve yıkımların gölgesinde girdi. Kurdistan ve Türkiye’de ise İmralı Adası’nda derinleştirilen tecrit ve Federe Kurdistan Bölgesi’nden Kuzey ve Doğu Suriye’ye uzanan savaşın bir sonucu olan siyasetten ekonomiye, sağlıktan eğitime çoklu krizlerle 2023 yılı geride bırakıldı. Tüm kaynakları Kürt’e karşı savaşa harcayan devlet aklı, oluşturduğu beton kentlerle Mereş merkezli depremlerde onbinlerce insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Bir yandan deprem felaketinde yaraları sarmakla yılı geçiren halklar, yılı savaşa ve tecride karşı mücadeleyle geride bıraktı.
 
Türkiye’nin kuruluş kodları olan imha ve inkar politikalarının derinleştiği 2023 yılında, Kürtler ve dostları 365 günü PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük, küresel bir sorun haline gelen Kürt sorununa çözüm talebini haykırarak geçirdi. Ulus devlet aklının “tekçi” anlayışı ve mevcut siyasete karşı emek ve demokrasi güçlerinin, azınlıkların, ezilenlerin, dışlananların bir araya gelerek Üçüncü Yol siyasetini oluşturma hedefi olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek ile 2023 yılına damga vuran gelişmeleri, savaş ve tecrit siyasetinin sonuçlarını konuştuk. 2023 yılında Türkiye’deki akut sorunların çözümü için Abdullah Öcalan’ın referans gösterilecek tek kişi olduğunun altını çizen Çiçek, 2024 yılının cesareti büyütme dönemi olduğunu belirtti.
 
2023 yılı adalet arayanların, yine yoksulluğun derinleştiği bir yıl oldu. Ülkenin temel gündemleri olan bu iki başlıkta Türkiye halkları nasıl bir yılı geride bıraktı?
 
2023 yılı, ekonomik anlamda şatafat ve sefaletin kol kola gezdiği bir yıldı. Derin yoksulluk, giderek derinleşen ekonomik kriz sonucunda ülke nüfusunun dörtte biri açlık sınırında yaşıyor. Ama öbür taraftan, milyonların yoksulluğundan rant devşiren bir avuç azınlık şatafat içinde yaşıyor. Adalet konusunda aynı şekilde, bu kadar toplumsal ve siyasal eşitsizliğin çok olduğu bir yerde adaletten bahsetmek mümkün değil. 2023 yılı, kara para, çeteleşme, yozlaşma adalet kurumunun içine de sirayet etti. Cumhuriyetin yaşıyla eşit olan yargı tarihine baktığımız zaman, AKP içindeki çürümüşlük ve yozlaşmışlığı, sadece AKP ile tanımlanacak bir şey değil. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı günden bu yana hukuksuzluk, haksızlık, inkar ve imha  üzerine inşaa edilmiş bir hukuk düzeni var. Bu yüzden hukuk düzeni her zaman egemenin lehine bir sopa olarak kullanılmıştır.
 
2023 yılı 6 Şubat’ta Mereş merkezli meydana gelen depremlerle sarsıldı, 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi, kentler yerle bir oldu. Devletin en çıplak halinin görüldüğü bu süreçte, 6 Şubat depremleri siyasetin karnesine nasıl geçti?
 
 
Deprem, Demokratik Özerklik önerisinin ne kadar önemli olduğunu, bu iktidarın bir felaket olduğunu ve Türkiye halklarının bu felaketten kurtulması gerektiğini gösterdi.
 
Şu anda bile kentlere baktığımızda, milyonlarca insan çaresizce bekliyor. Bu çaresizliği kendimiz de yer yer hissediyoruz. Buna karşı sadece sistem eleştirisi değil, muhalefetten doğru bir özeleştiri vermek gerekirse, buna karşı sesimizi yükseltmemek, toplumun kendi tedbirini alamaması, bu konuda isyan halinde olamaması bizler açısından çok irdelenmesi gereken bir konu. 6 Şubat depremi bize merkeziyetçi yönetim biçimlerinin, tek adamın ağzının içine bakılan, Kanun Hükmünde Kararnamelerle bir yönetim biçiminin iflas ettiğini gösterdi. Ama öte taraftan örgütlü bir toplumun olmazsa olmazını bize gösterdi. Bir yandan Kürt Özgürlük Hareketi’nin ‘Demokratik Özerklik’ önerisinin ne kadar önemli ve ihtiyaç olduğunu bize gösterdi. Deprem bize bir kez daha bu iktidarın, bu zihniyetin bir felaket olduğunu ve Türkiye halklarının bu felaketten kurtulması gerektiğini gösterdi.
 
Tarihi önem atfedilen 14 Mayıs seçimleri de yıla damgasını vurdu. Sonuçları bakımından hem muhalefet hem iktidar açısından oldukça tartışmalı bir seçim oldu. Öncelikle sizler açısından nasıl bir sonuç doğurdu?
 
Emek ve Özgürlük İttifakı açısından tarihsel yetmezliklerimizi deprem bölgesinde de gördük. Bizim seçimlerden başarısızlıkla çıkmamızın işaretleri de depremde görüldü. İttifak ve mücadeleyi toplumsallaştıramadığımız ölçüde, ilgili örgütlerin çıkarlarının daha çok öne çıkarıldığı ve örgüt çıkarlarının toplum çıkarlarından daha çok öne çıktığı bir rekabetçi hal ortaya çıkıyor. Bu durum, Türkiye’de 2024 yılında sosyalistlerin, devrimcilerin, Kürt hareketinin önünde çözülmesi gereken temel bir problem olarak duruyor. Öncelikle bunu aşmamız gerekiyor. Örgütlerin ittifakını aşan, yani ezilenlerin ittifakına ulaşan, bu topraklardaki bütün farklı kimliklerin, ötekilerin, ezilenlerin, yok sayılanların gerçek ittifakını, hakiki ittifakını kuracak bir düzleme ihtiyacımız var. Mayıs seçimlerinin sonuçları, faşist bir iktidara karşı bütün anti demokratik yönetim aygıtlarına karşı bizim daha devrimci, daha fiili, daha toplumcu mücadelede sözleşmemiz gerektiğini gösterdi. Sistemin bizi daralttığı alanların dışına çıktığımız oranda başarılı olabiliriz. Bizdeki başarısızlığın en temel nedeni direnme olmadığını, direnişle yetinen halin bizi daralttığını, bu daraltmayla birlikte toplumsal iktidar perspektifini yitirdiğimizi gözlemlemekteyim.
 
İttifak adı altında bir araya gelişler sürekli seçim ittifaklarına dönüşüyor. Mücadele birlikteliği için işaret ettiğiniz düzlem neden kurulamıyor? 
 
Türkiye’de maalesef toplumsal muhalefette bir sığlık var. Bunun bir yönü kendi içinde çok ciddi örgütsel rekabetçi olması, diğer yönü ise halktan kopuk olması olarak ifade ettiğimiz şey. On binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın yerinden edildiği bir deprem yaşandı. Elbette örgütlerimiz, gruplarımız, insanlarımız, çok iyi bir çabayla  gücü yettiğince merhem olmaya çalışarak, depremzedelerle dayanışma içerisinde oldu. Ama toplumsal iktidarı hedefliyorsanız, kazanmak istiyorsanız, oyunu da büyük kurmak ve ufkunuzu büyük tutmak zorundasınız. Bu konuda demokratik siyasette, toplumsal muhalefette bir iktidar perspektifi sıkıntısı var. Toplumsal çelişkiler son derece canlı. Yani deprem, yoksulluk, adaletsizlik, Kürt soykırımı, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı, kadın sorunu, gençlerin sorunu, güvencesizlik bakımından çelişkiler her katmanda ve düzeyde o kadar çok canlı. Böylesine canlı çelişkilerin olduğu bir dönemde, toplumsal muhalefetin yükselmemesi, kendi içerisinde istenilen hamleyi yapamaması bir ev ödevi olarak masamızın orta yerinde duruyor. 
 
Nasıl bir tablo ortaya çıktı? 
 
 
Bir mücadele ittifakı, toplumsal ittifakı oluşturamadık. Toplumsal iktidar perspektifini ortaya koyan yapıların hepsi doğal olarak bir mücadele ittifakını da oluşturmak zorunda.
 
Örgütlerin ittifakı, profesyonel hayatlara daralan, kendi içinde devrimcilik, özgürlük mücadelesi olarak ortaya çıkan kimliklerin, karakterlerin hayattan ne kadar yabancılaştığını, kendisini ne kadar hayattan soyutladıklarını da gösteren bir tablo çıktı. Bir mücadele ittifakı, toplumsal ittifakı oluşturamadık. Toplumsal iktidar perspektifini ortaya koyan yapıların hepsi doğal olarak bir mücadele ittifakını da oluşturmak zorunda. Geriye dönüp baktığımızda, mücadele ittifakı söylemiyle ortaya çıkan bizlerin, bir seçim ittifakı bile kuramadığımızı gördük. Halk da bunu gördü. Bugün yeterli düzeyde halk teveccüh etmemişse bizlere, aynı zamanda kendimizden dışarıya doğru salgıladığımız bu güvensizlikle ilgili. Halka güven verdiğiniz, perspektifinizi, vizyonunuzu gösterdiğiniz ve pratikleştirdiğiniz oranda halk sizinle birlikte yürür. Örgütlü bir toplumu yaratmanın yolunu bulup somutluğa kavuşturmadığımız sürece, ortaya çıkan şey  toplumdan yalıtılmış  grupların, örgütlerin kendi içinde ittifakı olur. Bu da toplumun çıkarlarını öne almaz. 2024’e ve yerel seçimlere girerken, bunu çok tartıştık. Sonuçlar çıkardık. Başarısızlıkla çıktığımız 2023 Mayıs seçimleri iktidar için Pirus zaferi, bizim açımızdan sonuçları itibariye aslında hayırlı bir felaket oldu.
 
“Pirus Zaferi” tespitinda bulundunuz. Cumhur İttifakı açısından nasıl bir sonuç çıktı? 
 
O kadar çok hile ve hurdanın olduğu bir seçimde, karşı tarafın parti çalışmalarının daraltılması, kaymakamından valisine, imamına kadar bir bütün olarak aslında, AKP’ye yakın bütün sermaye gruplarının ve bürokrasinin seçim için sahada olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Buradan baktığımızda elbette gasp edilen bir seçim. Hırsızlıkla elde edilmiş bir seçim. Buradan bakıldığında gerçekten kazanmadı. Erdoğan tercih edildi. Erdoğan’da bunun farkında.
 
Erdoğan gerçekten seçimi kazandı mı? Yoksa küresel, bölgesel ve kimi iç dinamikler tarafından tercih mi edildi?
 
İktidarı, uluslararası hegemonyayla, kapitalist sistem bağlamında değerlendirdiğimizde, bütün yerli ve mili görünme çabasına rağmen, bütün kabadayılığına rağmen, bu iktidar belki de gelmiş geçmiş bütün iktidarlar içerisinde en fazla neoliberal politikalara, kapitalist hegemonyaya, onun ürettiği sermaye birikim rejimine uyum sağlamış ve onun hizmetine koşmuş bir iktidardır. Her türlü gayri hukuki ve gayri ahlaki karakterine rağmen tercih edilmesinin nedeni de o. Çünkü kapitalist rejimler demokratik bir rejimi Türkiye’de istemezler. Tam tersi antidemokratik bir rejim üzerinden kendi sömürü alanlarını, pazarlarını genişletirler. Kürt meselesi de böyle. Kürt sorununun çözümsüzlüğünde en fazla rolü oynadığı için zaten AKP-MHP iktidarı bugün tercih ediliyor. Süreklilik içerisinde baktığımız zaman, AKP-MHP iktidarı Türk ulus devletinin kapitalist devlete entegrasyonun başka bir nitelik aşamasıdır. Uzmanlaşmış bir yapı olarak değerlendirebiliriz.
 
Erdoğan’ın ve AKP’nin bir kez daha iktidar olması sizler açısından nasıl bir sonuç çıkardı? 
 
Bugün iktidar olması sebebiyle bize çıkan dersler şu: AKP, özel savaş konusunda başarılı bir iktidar. Onun başarısı sadece özel savaşı geliştirmesi değil, bizim özel savaş karşısında etkisiz olmamızla ilgili. Özel savaş karşısında cesur olmamızla ilgili. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yapılan saldırılar karşısında bedel ödeyenler olarak, ‘Kürtler zora, sizin zorunuz üzerinden başvurdu. Kürtler zora; fiili, meşru mücadeleyi, devrimci mücadeleyi, demokratik mücadeleyi, legal alanın, sözün, müzakerenin önünü açmak için başvurdu’ diyemiyoruz. Yoksa AKP işini yapıyor ve kendisini haydutlukla, hırsızlıklar ve zora dayalı ayakta tutturabileceğini biliyor, çünkü elinde başka bir şey kalmadı. Meşru bir parti değil. AKP-MHP bir taraftan parlamentodaki temsiliyetimize bir taraftan da yereldeki kazanımlarımıza baskı uyguluyor. Ama dikkat ederseniz, yerelde iktidar olduğumuz belediyelerde hiç nefes aldırmıyor. Hemen kayyım atıyor, oradaki bütün örgütlülüğümüzü, kazanımlarımızı yok ederek tasfiye ediyor ve  nefes bile aldırmıyor. Parlamentoda bir nefes yaratan iktidar, yerelde bunu yapmıyor.
 
Çünkü yerelde toplum içerisinde iktidar olduğunuz sürece, devrim, sosyalizm, özgürlük buradan yeşerecek. İktidar, muhalefetin yerelde güç kazandığı oranda kendisi için bir tehdit olduğunu biliyor. İktidar olduğunuzda, aynı zamanda kültürel, sosyal, siyasal, ideolojik iktidar oluyorsunuz. Bir bütün olarak orada yaşayan bütün halkı, her türlü değeriyle iç içe geçen başka bir yaşam formu oluşturuyorsunuz. O yüzden Erdoğan ‘biz siyasal iktidar olduk ama kültürel, sosyal iktidar olamadık’ dedi. Bu nedenle biz, sosyal kültürel bir iktidarı örgütlenmenin, onu kendi ideolojimizle harmanlamanın yollarını aramalıyız.
 
Bunun bir ayağı da yerel yönetimler mi?
 
 
Kurdistan’da yüzbinlerce insan kendi adayını seçmek için resmi seçimden önce, kendi özgürlük seçimini yapacak. Bir devletçi sistemin kurduğu sandık ama bir de özgürlük güçlerinin kurduğu sandık. 
 
Evet. Yetmezliklerimiz olabilir, eksikliklerimiz olabilir ön seçim sürecinin kendine has yetmezlikleri, açmazları olabilir kimi yerlerde. Ama şu iradenin kendisi o kadar önemli ki. Düşünün Kurdistan’da yüzbinlerce insan kendi adayını seçmek için resmi seçimden önce, kendi özgürlük seçimini yapacak. Bir devletçi sistemin kurduğu sandık ama bir de özgürlük güçlerinin kurduğu sandık. Önce kendi sandığına gidecek ve kendi adayını belirleyecek. Bu en donanımlı, en fazla iktidar olanaklarını elinde bulunduran partilerin bile cesaret edemediği bir şey. Bizim farkımız da bu. Bu aynı zamanda bizim toplumsal iktidar olmamızın yolunu da gösteren bir yöntem. Bu aynı zamanda halk eylemselliği demek, halkın her yerde harekete geçmesi demek, yeniden politikaya ilgi duyması, kendi sorunları etrafında tekrardan kenetlemesi, örgütlenmesi demek. Kendi seçtiği adaylara kayyım atandığında, halkın kendi belediyelerine sahip çıkması demektir.
 
Sistem içi muhalefete gelecek olursak, herkesi kucaklayan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” vaadiyle başladılar, sarıldıkları milliyetçilikle kendilerinin de kabullendiği gibi bir yenilgiyle bitirdiler. Bu siyaset nelere yol açtı, Erdoğan’ın kazanmasında sorumluluğu nedir? 
 
Meral Akşener’in masadan kalkması, İYİ Partililerin yaptığı bütün açıklamalar, Kılıçdaroğlu'nun Zafer Partisi’yle yaptığı protokol... Devletçi güçlerin, sistem içi güçlerin ideolojik olarak kendi zeminlerinde ne kadar kararlı durduklarını da gösterdi. Kürt kimliği, Alevi kimliği, kadın ve emek kimliğinin bir bütün olarak ötekilerin kendi öz kimliklerinin politikada özne olması, politika kurumunun bu kimliklerin sorunlarına dair çözüm aralığına girmesi, muhalefetinden iktidarına bütün sistem içi güçleri  korkutuyor. Son zamanlarda İYİ Partili milletvekilleri, bazıları kendi adaylarına oy vermediklerini açıkladı. Aslında bir kişinin kendi ittifak ettiği partiye olan ihaneti değil, bu ulus devletçi sistemin kendi içerisindeki ittifakının bir sonucudur. Buradan hareketle, bizim bağımsız, halkların, inançların, sınıfların, kadınların, gençlerin gerçek bağımsız mücadelesini örgütlememiz gerekiyor ve onu büyütmemiz gerekiyor. Sadece Kılıçdaroğlu, Akşener meselesi değil. Bu bir sistem meselesi. Bana göre seçimlerde bir sistem AKP’nin yıkılması seçeneği ihtimali üzerinden ortaya çıkarak, demokrasi ve özgürlük tablosunu, muhalefet içindeki sistem içi güçleri engelledi, baltaladı.
 
Çünkü burada devletçi sistemin kaybı söz konusu olacaktı. Fiziki ve tekniki olarak CHP kazanmış gibi görünebilirdi ama AKP’nin devrilmesiyle başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere Türkiye'deki sosyalist, kadın ve tüm demokratik hareketlere özgürlük alanları yaratılacaktı. Belki de oradan kendi oyunumuzu kurup, daha fazla oyun alanı yaratacaktık. Bence binde bir ihtimal bile olsa, resmi muhalefetteki bireyler ve güçler, bu ihtimali gözeterek mevcut gidişata kendi içlerinde bir darbe yaptılar. Yüzüncü yıla girerken Türkiye Cumhuriyeti’nin tekçi, soykırımcı ve asimilasyona dayanan ulus devletçi sisteminde bir araya geldiler. Bunun gözlerden uzak sözleşmesini imzaladılar. Gizli bir sözleşme süreci imzaladılar.
 
 Bahsettiğiniz tablonun kendisi, Türkiye’nin kurucu kodları olan tekçilik üzerine inşa edilmiş bir ulus devlet ısrarını önümüzdeki dönem açısından da göstermiş oluyor. Kürt sorununda çözümün esas muhattabı olarak işaret ettiğiniz PKK Lideri Abdullah Öcalan, demokratik çözümünün ulus devlet içinde olamayacağını belirtiyor. Bu aynı zamanda Kürt sorununa yaklaşım açısından geleneksel kodlarda ısrar anlamına da geliyor mu?
 
 
Türkiye'deki en temel sorun olan Kürt sorununun çözülmesinin önündeki en temel sorun da kendisini Türkçülük ideolojisi üzerinden inşa etmiş Türk ulus devletçiliğidir.
 
Kürt meselesini doğuran koşullar; kapitalist modernite, kapitalist modernitenin pazarı ve sömürüyü azami bir şekilde toplumun kılcal damarlarına kadar yaymak için oluşturduğu ulus devletçi sistem. Ulus devletçi sistemin kendi içerisindeki birikimi ve örgütlülüğü olmadan, zaten kendisini ayakta tutamaz. Sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu'da Kürt sorunun çözümsüzlüğünün temel nedeni, Ortadoğu'da Kürt çözümsüzlüğüne, statüsüzlüğüne dayalı kapitalist modernitenin kendisidir. Türkiye'deki en temel sorun olan Kürt sorununun çözülmesinin önündeki en temel sorun da kendisini Türkçülük ideolojisi üzerinden inşa etmiş Türk ulus devletçiliğidir. İkinci yüzyıla girerken, Türkiye Cumhuriyeti devleti AKP-MHP iktidarı şahsında yeni resmi kimlik kartları ortaya koydu.
 
Bu yeni resmi kimlik kartının karakteri nedir?
 
Türkçülük, cinsiyetçilik ve dinciliktir. Bu üç kavram, bir egemen resmi kimlik kartı olarak inşa edildi. Devletin kimlik kartıdır artık. Bir resmi yurttaş kimliğidir. Makul ve makbul yurttaş kimliğidir. Bu üç kimlik dışında kalan herkes, buna itiraz eden herkes, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeni yüzyıldaki yoksullarıdır, barınamayanlarıdır, mülksüzleridir, zorunlu göçe tabi tutulanlardır, soykırımdan geçirilecek olanlardır. Bu yüzden Demokratik Ulus paradigması kıymetlidir. Sistem bütün egemenlik alanlarını Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden yeniden inşa etti.
 
Kürt sorununda çözümsüzlüğün halklara, Türkiye ve Ortadoğu’ya yansımaları neler oldu? 
 
Kürt sorununun çözümsüzlük, yoksulluğu, barınma sorununu, emek sorunu, kadın kırımını, inanç sorununu, eko kırımı doğurdu. Bu sebeple Kürt sorunu, bütün bu sorunların içinde en acil çözülmesi gereken yegane sorundur. Sayın Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus paradigması, tam da bu okumalar üzerinden Kürt meselesini bütün coğrafyanın düzleminde, bütün sorunları ele alarak çözüm önermektedir. Kürt sorununun çözümü, sadece Kürtlerin sorunu değildir, Türkiye’de bu sistemden rahatsız olan herkes Kürt sorununun demokratik çözümüne omuz vermelidir. Kürt halkının statü mücadelesinin yoldaşı olmalıdır.
 
Buradan baktığımızda sorun sistemin kendisindedir ama çözümü de bu sisteme yüzyıldır itiraz edenlerin elindedir. Bu yüzden isyan edeceksek, ayağa kalkacaksak, bu yüzyıllık tekçi cumhuriyetten olumsuz olarak nasiplenmiş, gerçekten buna rıza göstermeyen bütün farklı kimliklerin bir politik program etrafında, bir mücadele programı etrafında yan yana gelip yeni yüzyıla girmesi gerekiyor. Kürt sorunu çözülecekse, böyle çözülecek. 2024 yılına girerken, dünyanın birçok yerinde son derece entelektüel ve düşünürler, mücadele grupları, Sayın Öcalan'ın kitaplarını okuyor, düşüncelerinden feyz aldığını söylüyor. Kürt halk önderinin bütün çözümlemeleri, teorik yazılarının hepsi dünyada akademinin konusu haline geliyor.
 
Türkiye’de okumak hala “suç” sayılıyor....
 
 
Sayın Öcalan’ın teorisini, önermelerini Türkiye ve Kurdistan halklarına sunduğu bütün düşünsel üretimlerinin önündeki engelleri kaldırmak zorundayız.
 
Evet burada hala kitaplarını okumak yasak ama Zizek (Slavoj Zizek), bir taraftan kapitalizme karşı her şeyi kusun diyen Öcalan’dan bahsediyor. Biz 2024’e girerken, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit politikalarına karşı mücadele sözünü vermişken, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü sağlama sözünü de vermişken, bu hamle sürecine girmişken, bahsettiğimiz bu hedefler sadece kimi fiziksel aktivitelerle olabilecek şeyler değil. Düşüncede, zihniyette özgürleşmenin yollarını bizler aramak zorundayız. Sayın Öcalan’ın teorisini, önermelerini Türkiye ve Kurdistan halklarına sunduğu bütün düşünsel üretimlerinin önündeki engelleri kaldırmak zorundayız. İnsanlar bu düşüncelerle tanıştığında, Öcalan algısı değişecek. Daha önce Sayın Öcalan’a mesafeli olan herkesin nasıl dönüştüğünü, biz kendi deneyimimizle gördük. Bu düşüncelerde farklı kimlikleri, farklı düşünceleri buluşturmak da tecride karşı mücadele yürütmenin bir gereğidir.
 
2023 yılında sistem içi muhalefet ve iktidar Abdullah Öcalan karşıtlığı üzerinden ideolojik milliyetçilik propagandası yaptı. Önümüzde yeni bir seçim var. Bu tarz siyaset tutuyor mu? Abdullah Öcalan’ın ve doğalında Kürt sorununun demokratik çözümünü merkezine almayan bir siyaset başarılı olur mu?
 
Kürt sorununa dair inkar, Sayın Öcalan’a yaklaşım üzerinden kendini gösteriyor. Sayın Öcalan, modern zamanlarda Kürt halkına kimlik ve karakter kazandırmış. O karakter inşasında öncülük yapmış ve Kürt halkının anlam dünyasında son derece kıymetli bir yere sahip. Eğer gerçek arıyorsanız, gerçek tam da bu. Bunu istediğiniz kadar inkar edin, Kürt halkı Sayın Öcalan için ‘benim önderimdir’, ‘bütün değerlerin bileşkesidir’ diyor. Kürt halkının dostları, Sayın Öcalan’ı dünya insanlığının ve ezilenlerin başına gelmiş en kıymetli şey olarak görüyor. 3 yıla yakındır hiçbir haber alınamayan bir insan, dünyanın neresinde, hangi zaman diliminde bu kadar sahiplenilmiş, önemsenmiş ve gündeme getirilmiştir.
 
Bu gerçeği inkar edenler var, bu gerçeğe saygı duyanlar var, bir de bu gerçeği sahiplenip dostu, yoldaşı olanlar var. Aslında kavga da budur. Kürt meselesi nasıl Kürt aktörler tartışılmadan tartışılıyorsa, Sayın Öcalan’la ilgili bütün tartışmalar, Sayın Öcalan’ın yokluğunda yapılıyor. Eğer bu sistem gerçekten demokratikleşecekse, Türkiye demokratik bir cumhuriyete kavuşacaksa, halkların lehine demokratik bir sistem inşa edilecekse, Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Kürt sorunu demokratik olarak çözülmeden, Kürt barışı toplumsallaşmadan, demokratik bir barış sürecine girmeden, Türkiye'de sistemin demokratikleşmeyeceğini yaşanan yüz yıl bize gösterdi. Hatta Kürt sorunu çözümsüz kaldıkça, Türkiye'de kültürel çoraklık ve  yozlaşma almış başını gidiyor. İstisna olarak ortaya çıkan kayıt dışı sistem şu anda normal bir kurala dönüştü. Bu ülkeyi çeteler, kara para aklayanlar, kayıt dışı ekonomik faaliyetler yürütenler yönetiyor. Çeteler ve mafyalar yönetiyor. Bu kayıt dışı sistem kendini Kürt ve Öcalan düşmanlığından üretiyor, Kürt soykırımından üretiyor.
 
Bu durum gelinen aşamada İmralı Adası’nda mutlak iletişimsizlik haline dönüştürüldü. Abdullah Öcalan’dan 34 aydır haber alınamıyor. Abdullah Öcalan, kendisiyle yapılan son görüşmede “Devlet yanlış oynuyor” uyarısında bulundu. Abdullah Öcalan’ı iletişimsiz bırakan bu devlet aklı nelere yol açıyor? 
 
Sayın Öcalan’ı iletişimsiz bırakmanın kendisi Kürt sorununu çözümsüz bırakmaktır. Sayın Öcalan Kürt sorununun tarihsel olarak demokratik çözümü için mücadele yürütmüş. Türkiye'de demokratik sistemin nasıl vücut bulacağına dair ciddi yoğunlaşması olan bir insan. O yüzden habersiz bırakılıyor. Çünkü sayın Öcalan, bu ülkede mevcut akut sorunların çözümü için referans göstereceğimiz tek kişidir. Sayın Öcalan, ‘Bir haftada Kürt sorununu çözeceğim’ derken, afaki bir söylem değil. Bu konuda yoğunlaşmış, temellendirmiş, tarihsel tecrübesi gerçekten sağlanmış, gerçek birikim var ortada. Bütün bu birikim ve öneriler kendisiyle birlikte ada hapishanesinde kapatılmış durumda, ada yok. Ada yoksa çözüm de yok, ada yoksa soykırım var, savaş var. O yüzden hukukun karadeliğidir, siyasetin de kara deliğidir, politikanın da kara deliğidir İmralı Adası.
 
 
Bu yüzden 2024’e giderken aslında bizim yapmamız gereken, kendi üzerimizdeki kuşatmayı da kırmanın bir yolu olarak görmeliyiz. Bütün Kürtler kendi sorunlarını çözmek için İmralı tecridini kırmak zorunda.
 
Buradan baktığımızda şunu çok net söylememiz gerekiyor. Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü hedefleyen bir mücadele süreci, bir hamle süreci başlatıldı. Sayın Öcalan 25 yıldır İmralı’da. Bir çeyrek asırdır yani. İnsanlık tarihinin çok ender gördüğü bir durum. İşkence ve tecrit kavramı artık bu mevcut durumu karşılamıyor. İmralı yönetim tekniği sadece Sayın Öcalan ile sınırlı kalmamıştır. Aşama aşama oradan öğrendiklerini, biriktirdiklerini topluma salan, bir toplumsal kuşatma ve tecride dönüştürdü. Bunu hukuksal zeminde ispatlayabiliriz. Bunu cezaevlerinin infaz rejimlerinde ispatlayabiliriz. Bir toplumu nasıl yönetme biçimine dair geliştirdikleri yeni argümanlarla gösterebiliriz. Adalet Bakanlığı’nın yönetmediği ilk cezaevidir İmralı Adası. Başbakanlık Kriz Merkezi’ne bağlanmıştır. Şimdi bütün toplum Cumhurbaşkanlığının Kararnamesiyle yönetiliyor. Bir bütün olarak baktığımızda, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanması meselesi hem düşünsel ve zihniyet olarak hem de maddi manevi olarak bütün toplumun kendi özgürlük mücadelesinin önündeki setleri aşmak demektir. Buna inanmamız gerekiyor. Bu yüzden 2024’e giderken aslında bizim yapmamız gereken, kendi üzerimizdeki kuşatmayı da kırmanın bir yolu olarak görmeliyiz. Bütün Kürtler kendi sorunlarını çözmek için İmralı tecridini kırmak zorunda.
 
Her gün yoğunlaşarak, her gün bu konuya kafa yorarak, her gün yol yürümeyi göze alarak. Örneğin; Gemlik Yürüyüşü şunu gösterdi: Kararlı olunması durumunda, pratik yeni yol ve yöntem arayışına girilmesi durumunda; kendi ezberlerimizden, kendi klişelerimizden kurtulma gibi bir iç mücadeleyi yükseltmemiz durumunda, son derece net bir şey var aslında. O da bizim önümüzün açık olduğudur. Bunun özgüveniyle hareket etmek zorundayız. Daha güçlü örgüt olabilmek, kurumlarımızı, örgütlerimizi güçlendirmek, daha kararlı ve disiplinli hale getirmek, toplumla birlikte, toplum olarak yaşamak, bunu başarabilmek... Bizler özgürlüğü için mücadeleye girmiş insanlarız. Özgürlüğü için bedel ödemiş bir toplumuz. Bu kadar yakıcı ve bu kadar gerçek, bizim hayatlarımız söz konusu, bizim geleceğimiz söz konusu, Sayın Öcalan ile kurulan ilişki de doğrudan bununla ilgili. Bu yüzden buradan ele aldığımızda, halk gibi yaşamak ve toplumun içinde olmak, tecride karşı mücadelede halk örgütlülüğünü sağlayacak, halk eylemselliğini sağlayacak  her türlü girişimde, her türlü yol ve yöntem arayışında bulunabilirsek; birike birike, yoğunlaşa yoğunlaşa bu süreç kendi önünü açacaktır.  2024’e girerken, dönem örgütsel kararlılığı, cesareti büyütme, tekrardan yeni şeyleri bulma değil, unuttuklarımızı hatırlatma dönemidir.
 
‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemlerini unutmayalım, oradaki cesareti, bağlılığı unutmayalım. Geçmişte yaptığımız Gemlik Yürüyüşlerini unutmayalım, Newrozları, Kurdistan’daki serhıldanları unutmayalım. Kobanê Serhıldanı’nı unutmayalım. Geziyi, bu halkın çocukları yaptı, Kobanê Serhildanı’nı da bu halkın çocukları yaptı. Bizi biz yapan değerlerle buluşmak, devrimcilikte buluşmak, yurtseverlikte buluşmak, adanmışlıkta buluşmak… Kendimizi birey ve toplum olarak yaratmanın koşullarını zorlamak. Çünkü biz  toplum olmaktan alıkonuluyoruz aynı zamanda. Biz tekrardan halk olmanın, toplum olmanın yollarını ararsak, İmralı tecridine karşı 2024 yılında nihayi bir zafer elde edebileceğimize inanıyorum.
 
Halklar için ağır bir yıl olsa da direnişle geçen bir yıl oldu. Yeni bir yıl olan 2024 için mesajınız var mı? 
 
2024 yılı Türkiye’de Ortadoğu'da ve bütün dünyada bütün ezilenlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesini büyüteceği bir yıl olsun. Aynı zamanda Kürt halkı için Sayın Öcalan’ın fiziki olarak kendi halkıyla kucaklaştığı bir yıl olsun. Bu gayet mümkün ve  imkansız değil. Tekrar kendi tarihimize dönüp, kendi yaptıklarımızı, başarılarımızı hatırlarsak, bu devrimin kesintisiz bir şekilde zafere yürüyeceğine daha fazla inanabiliriz diye düşünüyorum. 2024 yılı Türkiye'de demokrasi Kurdistan’a özgürlük getirmesini diliyorum. 
 
MA / Diren Yurtsever - Esra Solin  Dal