Abdullah Öcalan'ın avukatı: Çözümün aktörlerinin önü açılmalı

İSTANBUL - Asrın Hukuk Bürosu’ndan Cengiz Yürekli, geçiş yasaları kapsamında öncelikli olarak Abdullah Öcalan’ın özgür çalışır koşullarının sağlanması gerektiğini belirterek, "Aktörlerin örgütlenmelerinin önünün açılması gerekiyor. Siyasete katılım imkanının yaratılması gerekiyor" dedi. 

Barış ve Demokratik Toplum Süreci, yıl içerisinde tüm kesimlerin ana gündemi oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı sonrası PKK kendisini feshetti ve geri çekilme sürecini başlattı. Meclis'te kurulan komisyon halen çalışmalarını sürdürse de çözüm için nasıl bir yol haritası ortaya koyacağı belirsiz. 
 
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Cengiz Yürekli, yıl boyunca Barış ve Demokratik Toplum Süreci etrafından şekillenen gelişmeleri Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
 
Abdullah Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'yle birlikte yeni bir döneme kapı araladı. Abdullah Öcalan'ın 1993’ten bu yana çözüm arayışında olduğu biliniyor. Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini üstlenen biri olarak bu çağrı ve geçmiş dönem deneyimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Süreç, 22 Ekim 2024 tarihinde Sayın Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan bir süreçtir. Bununla eş zamanlı atılan adımlar ve açıklamalar söz konusu. Ancak sürecin asıl perspektifini Sayın Öcalan’ın 27 Şubat tarihli metni çizmektedir. Bu açıklamadan (çağrı) önce biz 4 yıl boyunca Sayın Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alamadık. İmralı Cezaevi’nde ne olup bittiğini bilmiyorduk. Adeta Öcalan’sız bir siyaset yaratmanın pratiği sergilendi. Sayın Öcalan’ın muhataplığını hedef alan bilinçli politikalar geliştirildi. Fakat bunun boş bir çaba olduğu, gerçeklikle bir alakası olmadığı açığa çıktı. 
 
Sayın Öcalan sadece Kürt sorunun çözümü için değil, aynı zamanda Türkiye’nin ve Ortadoğu'nun kaos gerçekliğine bir çözüm sunuyor. Toplumun tüm kesimlerine sesleniyor. 

Sayın Öcalan, 1993'de tek taraflı bir çağrı yaptı. Aynı şekilde yine 1996’da görüşmeler oldu. Bu çıkış anları, ciddi bir savaş konseptinin devreye sokulması ve bu savaş konseptinin başarısız olması sonrası toplumun kaosa sürüklemesi sonucunda gerçekleşiyor. 1993 açıklamasından önce 1992’de ciddi bir sınır ötesi operasyon olmuştu. Keza geldiğimiz 2013-2012’de bir gerçekliği vardı. Bu süreçte de amansız bir şiddet sarmalı vardı. Bunu sadece çatışma olarak tanımlamak doğru olmuyor. Toplumun maddi ve manevi bütün moral değerlerini yitirilmesine neden oldu, yeniden bir çıkmaza soktu. Bu yönüyle yeniden temel muhataplık olarak Sayın Öcalan gerçekliği açığa çıktı. Sayın Öcalan, 4 yıl sonra kendisiyle kurulan ilk temasta 'sorunu çözebilecek güce sahibim' dedi. Ve bunun gereğini de bütün bu koşullara rağmen gerçekleştiriyor. 
 
Geldiğimiz süreçte, 2015 tarihindeki Dolmabahçe Mutabakatı'nın bir adım sonrası gerçekleşiyor. Savaş, çatışma ve şiddet nasıl geçmişten beslenerek ilerliyorsa, barış arayışları da geçmişten beslenerek, bunun dersleri tecrübeleri üzerinden şekilleniyor. 27 Şubat tam olarak böyle bir şeydir. Ama bütün bu geçmiş süreçlerden farklı olarak daha derinleşmiş programlara sahip bir manifesto niteliğinde açığa çıkmıştır. Sayın Öcalan burada sadece Kürt sorunun onurlu barış temelinde çözümü için değil, aynı zamanda Türkiye’nin ve Ortadoğu'nun kaos gerçekliğine de bir çözüm sunuyor. Bu sürecin birden çok muhatabı var. Bir yanda devlet yetkilileri, bir taraftan kendi örgütü, siyaseti ve toplumun bütün bileşenleridir. Sayın Öcalan, toplumun tüm kesimlerine sesleniyor. Herkesin kendisini yetkili hissedeceği, aynı zamanda da sorumluluk duyacağı birçok başlık ve öneri sunuyor. 
 
Sürecin başından bu yana ana taleplerden birisi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışma koşullarının sağlanmasıydı. Ancak halen avukat ve heyet görüşmeleri sistematik bir şekilde değil. Farklı kesimlerle görüşmesine izin verilmiyor. Bu durumu nasıl okumalı? 
 
Ağır tecrit koşullarından sonra Sayın Öcalan’ın resmini gördük, videosunu gördük. Bu toplumda ciddi bir moral ve motivasyon kaynağı oldu. Yıllarca süren özleme kısmi cevap mahiyeti taşıdı. Elbet bazı görüşmeler de oldu. Uzun süredir yapılmayan avukat ve aile görüşleri yapıldı. Ancak bir düzene sahip değil. Bu yönüyle İmralı hala bir tecrit durumu var. Bu tecritte boşluklar oluştu, tecrit kapısı aralandı, ancak yeterli değil. Bu, sistemin varlığının ortadan kalktığı anlamına gelmez. Her şeyden öte hala bir keyfiyet durumu söz konusu. Yasal hakların tanınması, tecritten vazgeçmek olur. Bu, her şeyden öte, yürüyen sürece bir samimiyet göstergesi olacaktır. Sayın Öcalan'In özgür çalışır koşullara gelmesi gerekiyor. Toplumu ikna etmesi gerekiyor. Gazetecilere ulaşması gerekiyor. Ayrı ayrı heyetlerle, akademisyenlere, toplumdaki kanat önderleriyle görüşmesi gerekiyor. Müzakere muhataplığına denk gelecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. 
 
Sayın Öcalan, daha önce demokratik müzakere tanımını kullandı. Demokratik müzakere, müzakere yürüten tarafların eşit koşullarda olmasını gerektirir. Şu an böylesi bir demokratiklikten, hukuktan bahsedemiyoruz. Bu hal sürece yansıyor. Her ne kadar gelişmeler katedilmiş olsa da daha yükseğini elde etmek mümkündü. Eğer bu elde edilemediyse Sayın Öcalan’nın koşullarına dönük tek taraflı bir yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Bu tek taraflı yaklaşım olumlu anlamda karşılık bulursa sürecin yavaş ilerlemesini de ortadan kaldıracaktır. Sayın Öcalan, Türkiye yasalarına göre belli haklara sahip. Yasal haklarının tanınması gerekiyor. Bu yönüyle tecrit devam ediyor. Tüm bunların ötesinde Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nden bahsediyorsak, müzakere koşulunda olan Sayın Öcalan ise, bu sürece denk düşecek koşulların da sağlanması gerekir. 
 
Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit sürerken, binlerce kilometrelik yoldan gelerek Öcalan ile görüşmek isteyen aydın ve yazarlar da oluyor. Böylesi bir gerçekliği ortaya çıkan etken nedir? 
 
Sayın Öcalan’ın en zor koşullarda bile ciddi bir yoğunlaşması oldu. Bu yoğunlaşmayı dışarıya aktarmaya çalıştı. Kapitalist moderniteye dair çözümlemeleri daha da ileri bir boyuta taşıdı. 27 Şubat tarihli açıklama da aslında bunu gözler önüne seriyor. Şimdi şöyle görmek gerekiyor; dünyanın dört bir tarafı kapitalist modernite adı altında can çekişiyor. Tüm canlıların yaşam kaynakları kurutuluyor. Buna karşılık mücadele de devam ediyor. Sayın Öcalan, bu tıkanmış sürece kendi fikirleriyle bir can suyu verdi. Maalesef bütün dünya buna ilgiyle bakarken, Türkiye’de daha çarpıtılmış bir yaklaşımın olduğunu söyleyebilirim. 
 
 
Dünya can çekişiyor. Sayın Öcalan tarihsel bilgi birikimini değerlendirerek, buna çözüm önerileri sunuyor. Sınıfları yadsımıyor, ama tek gerçekliğin de bundan ibaret olmadığının söylüyor. 
 
Sol adına şunu söyleyebilirim; insanlık mücadelesi, insanın varlığıyla beraber var. Bunun temel öncü noktası da sosyalizm mücadelesidir. Bunlar asla eksik kalmadı. Bu mücadele, her geçen dönem daha da üstüne koyarak, büyük bedeller karşılığında yükseldi. Spartaküs’lerden Anadolu’da gerçekleşen isyanlara kadar hep ezilenlerin mücadelesi devam etti. Marksizm de, bilimsel sosyalizm boyutuyla bunu daha da ileri taşıdı. Çok ciddi bedeller ödendi. Ama bu şu gerçekliği de göz ardı etmemizi gerektirmiyor: başarıya ulaşamadık. Çünkü hala insanlık, dünya can çekişiyor. Dört başı mamur bir kapitalist gerçekliği mevcut. 
 
Sayın Öcalan, buna işaret ediyor. Tarihsel bilgi birikimini değerlendirerek, mücadele pratiğini değerlendirerek, buna çözüm önerileri sunuyor. 1800’lerdeki sarayın proletaryasının açığa çıkmasıyla bugün gelişen durum çok farklı noktalarda. Sınıfsal bir yaklaşım bugünün dünya gerçekliğine ve toplumsal gerçekliğine uymuyor. Zaten bu yaklaşım, kadın mücadelesini, ekoloji mücadelesini, ezilenlerin bütün mücadelesini, işsizleri ve göçmenleri dışlanan ve gözardı edilen bir pozisyona getirdi. Bugün müvekkilim sınıf mücadelesini asla yadsımıyor. Sınıf mücadelesine kocaman bir yer ayırıyor. Ama tek gerçekliğin ve çözümünde bundan ibaret olmadığını söylüyor. Var olan deneyimlerden bu anlaşılıyor.
 
Abdullah Öcalan'ın reel sosyalizm eleştirilerine dönük eleştiriler söz konusu. Bu tepkilerin temel nedeni nedir? 
 
Reel sosyalizm yıkıldı, bütün yüksek iddialarına rağmen yıkıldı. Doğu bloğu yıkıldı, dünyanın üçte birine hakim bir sistem vardı ama maalesef yıkıldı. Bu niyetlerini sorgulamıyoruz ama açığa çıkan sonuçları değerlendirmemiz gerekiyor. 70 yıldan fazla süren reel sosyalizm deneyimi söz konusu. Bu 3 kuşağa, 4 kuşağa tekabül eden; yeni bir insan modelinin açığa çıkması ve yeni bir toplumsal yaşamın açığa çıkması demek. Kendisinden sonra çok büyük bir açığı ortaya çıkardı. Bütün uluslar ve etnik kimlikler birbirine girdi. Kapitalist modernitenin en çirkin ve en çeteleşmiş varyantı üretildi. Böylesi bir gerçeklik var. Bunun da çözüm olmadığı görüldü. Sayın Öcalan, bütün bunları tahmin ederek, bunlara dönük yaklaşımlara çözüm önerisi getiriyor. 
 
Bunu dert eden ve arayışı olan herkes de, adeta ışığa ve güneşe döner gibi Sayın Öcalan‘ın perspektiflerine bakıyor. Maalesef bu konuda Türkiye solu eleştirilerin muhatabıdır. Elbette tartışmak gerekiyor, elbette kavramları değerlendirmek gerekiyor. Bunlar kaçınacak şeyler değil.  Bilakis bu, doğruyu bulmamıza hep beraber yardımcı olacak. Ama Türk solunun kavramsal yetersizliği olduğu, yüzyıllık tekçi cumhuriyet pratiğinden de zehirlendiğini görmemiz gerekiyor. Maalesef üçüncü enternasyonal kominiterin, yani Rusya’nın anayurt savunmasını merkeze alan kominterin bilgi birikimiyle donamış durumda. Bu doğmasını aşamıyor. 
 
 
Arayışı olan herkes ışığa döner gibi Öcalan'ın perspektifine bakıyor. Süreç büyük bir örgütlenme alanı açıyor. Bunun kıymetini bilmek ve hakkını vermek gerekiyor.
 
Cumhuriyet rejimi, Mustafa Suphilerin imhasına yol açan TKP'yi tasfiye ederek, kendi partisini kurmuş bir sistemdir. Bunların da ne kadar iç içe olduğu, fikir dünyasını ne kadar zehirlediğini görmemiz gerekiyor. Maalesef şu anda sol ve sosyalizmi tartışan, Sayın Öcalan’ın fikirlerini tartışan "sol", emek sürecinden ve politika yapım sürecinden kendini ayrıksı tutan bir orta sınıf toplamıdır. Politikayla bağı yok, hayatla bağı yok. Bahsettikleri sınıfla hiçbir fikir bağı yok. Ancak çok rahat manipülasyon  yapabiliyorlar. Solun yapması gereken toplumu ortak bir hedefe yönelterek, bu konuda mobilizasyonu sağlamaktır. Ama -hepsini kastetmiyorum- bir iktidar tekniği olarak toplumu atomize etme rolünü üstlenmiş durumda. Solun bu denli örgütsüz hareket etmesi şovenizmi besliyor ve bunlara ciddi bir alan sağlıyor. 
 
Sol, mesela son sürece dair ne diyor? Sürece dair pratik sorumluluğu nedir? Bu anlamda ne yapıyor? Çıkıp devlet adına hareket edenler ve sağ adına hareket edenler süreç adına konuşurken, "umut hakkını" tartışırken, Sayın Bahçeli’nin umut hakkını zikrettiği bir yerde süreci güçlendirecek ne yapıyor? Bazı karanlık eller tarafından yükseltilen bu şovenizmi geriletmek için ne yapıyor? Çokça bahsettikleri işçi sınıfı, daha doğrusu sanayi proletaryası, Kürt sorununu anlatmak için ne yapıyor? Şu an bunun görünmesi gerekiyor. Bakın bu dönem Sayın Öcalan’ın öncülüğünde büyük bir örgütlenme alanı açıyor. Bunun kıymetini bilmek ve bunun hakkını vermek gerekiyor. 
 
2013-2015’te başlayan barış sürecinin akamete uğramasının en büyük sıkıntısı Türkiye sol hareketine yansıdı. Adeta örgütlenme zemini ortadan kalktı. Şu an devam eden bir süreç var. Evet, fikirlerimiz bakidir. Her şeyi tartışalım, ama biraz da artık pratiğe geçmek ve bu süreci güçlendirmek gerekiyor. Bunları tartışalım, iyi olanı hep beraber bulmak için mücadele etmek gerekiyor. Ama bunun için sahaya inmek, emeği örgütlemek gerekiyor. Dertleri olan, enternasyonal dayanışmayı güçlendirmek isteyenlerin de yüzünü buraya dönmesi gerekiyor. Çünkü olası bir Kürt-Türk barışı, sadece bir bölge barışı değil, rol model olma açsından tüm dünyada ezilen halklar için gösteren bir ışık ve model olacak.
 
Bahçeli'nin sözünü ettiği "umut hakkı" kapsamında neden adım atılmıyor, bu süreci nasıl etkiliyor? 
 
Barış ve Demokratik Toplum Süreci içinde atılan adımlar, Sayın Öcalan’ın attığı iyi niyet adımlarıdır. Kangrenleşmiş sorunların çözülmesi için atılan iyi niyet adımlarıdır. Devlet Bahçeli, "Öcalan, umut hakkından yararlansın ve gelsin meclisten konuşsun’ dedi. "Kuş tek taraflı uçmaz" denildi. Evet, bunların aşılması gerekiyor. Umut hakkı, Bahçeli’nin tanımlamasıyla, sembol değeri taşıması anlamıyla önemlidir. Sürecin olamazsa olmaz halidir. Sayın Öcalan zaten bunu bir hak olarak değil, ‘umut ilkesi’ olarak bütün toplumu kapsamına alacak şekilde değerlendiriyor. Bu sadece Sayın Öcalan'a özgü bir hak değildir. Bir ilke olarak tüm toplumu kapsıyor. 
 
Umut hakkı bütün Türkiye’nin yapısal sorunlarına ilişkindir. Bu mevcut süreçten bağımsız atılması gereken hukuksal adımlardandır. Ancak bu sürece karşılık bir adım gelecekse, ismini ve teknik alt yapısını nasıl kurarsanız kurun; umut hakkından ziyade Sayın Öcalan’ın özgür yaşam koşullarına kavuşmasıyla tanımlanacak bir süreçtir.
 
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Eylül ayında bir araya geldi. Türkiye’ye bir daha süre vererek, düzenleme yapılması için Meclis Komisyonu’na işaret etti. Komisyon bu anlamda nasıl bir adım atmalı? "Umut hakkı" dosyası, Sayın Öcalan’ın 2014 AYM dosyasına dayanmaktadır. Umut hakkının olmaması, işkence yasasının ihlali olarak değerlendiriliyor. Bu anlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal karaları var. Bu tamamen Türkiye’nin evrensel hukukunun şartlarına uyarlanmasıyla ilgilidir. Madem böyle bir demokratikleşme durumu var, Meclis komisyonu bu konuda ön açıcı olsun ve öncülük rolü oynasın. Bu Türkiye’nin hukuksal sorunudur. Bütün ceza infaz kanunları etkiliyor, ama belli ki siz bunu Sayın Öcalan’ı gözeterek bu düzenlemeleri yapmıyorsunuz. Öcalan’la birlikte binlerce kişi mağduriyeti söz konusu. Önümüzde politik bir fırsat var. Buna bir zemin oluşturup, umut hakkı için gereken yasaları oluşturun. Bunun için oluşturulmuş bir meclis komisyonu var. Meclis komisyonu bunu gerektiren yasa tasarılarını oluşturup, meclise sunabilir.
 
Abdullah Öcalan, bir görüşmede üç kilit noktaya vurgu yapmıştı; demokratik toplum, barış ve demokratik entegrasyon. Bu kavramlar neden kilit noktada?
 
Aslında bu sureci belirleyen ve anlatan kavramlardır. Bir yandan sorunları tanımlayan tespitler var, bir de bu sorunlara dair çözüm önerileri var. Demokratik toplum, barış ve demokratik entegrasyon, tam olarak bu sürecin başarıya ulaşması için doğru anlamlandırılması gereken kavramlardır. Barış sadece çatışmanın bitmesi anlamına gelmez, çatışma unsurlarının da kaldırılması demek. Bugün çatışma durabilir ama gereken koşullar yaratılmazsa yarın başlayabilir. Geçmiş pratikler de bunu gösteriyor. Dünya örnekleri de bunu gösteriyor. Barışın konuşulmasını istiyorsanız çatışma dinamiklerini tamamen ortadan kalkması gerekiyor. 
 
 
Barışın konuşulmasını istiyorsanız çatışma dinamiklerini tamamen ortadan kalkması gerekiyor. Çatışmanın olduğu, barışın olmadığı yerde demokratik toplum söz konusu olmaz. Demokratik topum ancak barışla inşa edilir. 
 
Sayın Öcalan'ın yapmaya çalıştığı, çatışma dinamiklerini ortadan kaldırıp, kendi deyimiyle ‘demokratik siyaset ve hukuk boyutuna" taşımaktır. Çatışmanın olduğu, barışın olmadığı yerde demokratik toplum söz konusu olmaz. Demokratik toplum dediğimiz argüman demokratik ulusa dayanır. Farklı kimliklerin kendi kimliğini, kendi kültürünü ve varlığını yaşatmak, onu koruma ve geliştirme imkanına sahip olmasını ifade eder. Bu bir lütuf değildir, ortak yaşamın olmazsa olmaz koşullarıdır. Yaratılması ve inşa edilmesi gereken budur. Demokratik topumun inşa edilmesi gerekiyor. Bu da ancak barış koşullarında söz konusudur. 
 
Demokratik toplum, toplumun bir arada yaşamasıyla ilgili bir şeydir. Bu da bütün kimliklerim entegre olmasıyla mümkün. Sayın Öcalan, buna "demokratik entegrasyon" ismini verdi. Şimdi demokratik entegrasyonu doğru tanımlamamız, doğru anlamamız gerekiyor. Entegrasyon, bir ezen-ezilen ilişkisi değildir. Birinin diğerini ezmesi, kendi içinde eritmesi, asimile etmesi değildir. Entegrasyon dediğimiz kavram, eşitler arasında özgürce beraberliğe dayanan bir ilişkidir. Bu sadece Kürt ve Türk aidiyetleri için de değil, kadının aidiyet olması için de böyle. Kadınlar ciddi bir şiddete maruz kalıyor, çalışma alanlarından dışlanıyor, toplum cinsiyetinin inşasında pozitif entegrasyonu ele almamız gerekiyor. 
 
2 Aralık tarihli görüşmede de Abdullah Öcalan'ın "barış sürecine geçiş yasası" çıkarılmasını önerdiği kamuoyuna yansıdı. Nedir bu yasalar? 
 
Sayın Öcalan, "Kürt inkarı aşıldı ve artık bu bir inkar konusu değil, şimdi bunun yasal olarak tanınması gerekiyor" dedi. Sayın Öcalan, Kürt-Türk birlikteliğinin bütün etnik ve sosyal kimliklerin kendi sınıflarına göre örgütlenmesi gerektiğini belirtiyor. Bütün toplumun sürece entegre olması gerekiyor. Bu anlamda Kürt sorununun çözülmesi için birçok yasal düzenleme gerekiyor. Sayın Öcalan, bunu "geçiş yasaları" olarak tanımlıyor ve çözüm önerisine kavuşturuyor. Bunun için öncelikle demokratik entegrasyonun muhataplarının belirlenmesi gerekiyor. Bir yandan bu süreci yürüten aktörler var, bir yandan toplum adına müzakere pozisyonunda olan aktörler var. Demokratik entegrasyonu bunlar açısından da değerlendirmek gerekiyor. Önce bu süreci yürüten aktörlerin topluma katılımı sağlanmalı, madem bu soruna itirazı gerçekleştiren taraflarca bu sorunun varlığı kabul edilmiştir, o zaman çözümün aktörlerinin kendilerini ifade etmesi ve örgütlenmelerinin önünün açılması gerekiyor. Topluma ve siyasete katılım imkanının yaratılması gerekiyor. Geçiş yasası dediğimiz tam olarak budur. Siyasal aktörlerin sürece katılımının, gereken alt yapının oluşturulması gerekiyor. "Kuş tek kanatlı uçmaz" dediğimizde tam olarak budur. 
 
 
Geçiş ve barış yasaları kapsamında da öncelikle Sayın Öcalan’ın özgür çalışır koşullarının sağlanması gerekiyor. Bu olmazsa olmazdır. Bunun gerisi akla mantığa aykırıdır. Kürt halkı da zaten bunu kabul etmez. 
 
Geçiş ve barış yasaları kapsamında da öncelikle Sayın Öcalan’ın özgür çalışır koşullarının sağlanması gerekiyor. Bu olmazsa olmazdır. Bunun gerisi akla mantığa aykırıdır. Kürt halkı da zaten bunu kabul etmez. Bu 50 yıllık mücadele pratiğine denk düşmez. Kürt sorununun çözümü için barış yasalarına ihtiyaç vardır. Toplumun demokratik değişim ve dönüşümünden bahsediyoruz. Sadece toplumun değil, inkarcı tek tip zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bunu için toplumsal bir mutabakat ve ikna süreci gerekli. Sosyal, siyasal, kültürel bir çok sac ayağı gerekli. Ama öncelikle özgürce tartışma koşularının sağlanması lazım. Bir güven duygusunun aşılanması gerekiyor. Hassasiyet adı altında birçok art niyetli yaklaşımlar söz konusu. Bunlar Kürt sorununun çözümünü tıkıyor. Kürt halkının taleplerine kulak tıkanıyor. Sanki bunun en büyük fiziksel, kamusal mağduriyetlerini Kürt halkı yaşamamış gibi… 
 
Kürt halkı yüz yıldır varlığı kimliği inkar edilen bir halktır. Kendisine dair bir tarih ve kültür inşasına izin verilmemiş. Arkeoloji araştırmalarına bakın, tarih verilerine bakın, Kürtler asla yalnız bir olgu olarak yer almıyor. Ne zaman bir Türk ile, Fars ile, Arap ile iç içiyse o zaman tarih kitaplarında yer aldı. Bu durum Kürt'ün bir tarihi varlığı olamadığı için değil, imkanlar elinde alındığı için, yasal tanımı olmadığı için söz konusu. Bu yüzden Kürt'ün kendi varlığını ve kimliğini gerçekleştirecek, ortak yaşam paydasına eşit ve özgür yaşamı sağlayacak entegrasyon yasalarının oluşturulması gerekiyor.
 
Özgürlük yasaları kapsamında ne gibi adımlar atılmalı? 
 
Öncelikle şovenizm ve militarizmden uzaklaşmak gerekiyor. 30 yıldır cezaevinde olan mahpuslar var. Bu sürecin en büyük mağdurları onlardır. Mevcut mevzuata göre çok daha erken çıkmaları gerekirken, özgürlükleri ellerinden alınmış. Ve buna karşı bir cevap oluşturulmayarak, ne yapılmaya çalışıldığı ortadadır. Böylesi bir durumda bir tartışma müzakere ortamı yaratmak mümkün müdür? Hasta mahpuslar neden hala tutuluyor? Serbest bırakılmaları evrensel hukukun bir gereğidir. Bugüne kadar kulis bilgisi diye "örgüt üyesi" olarak tanımladıkları tutsaklara bakın, büyük bir çoğunluğu sivil toplum kuruluşu üyeleri, sendikacılardır. Bunun bir provokasyon olduğunu net bir şekilde söylemek gerekiyor. Burada muazzam bir hedef gösterme var. İnsanlara "gelsin" deniyor ama siz bu gelen insanların güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Yeniden Kürt sorununu dillendirdikleri için cezaevine girmemeleri ve baskı altında kalmamalarının güvencesini oluşturmak gerekiyor. İfade ve örgütlenme konusunda adımlar atılmalı. Kürt halkının hassasiyetleri söz konusu değil mi? Faşist bir futbol taraftarı faşist söylemlerde bulunuyor, Beyaz Toros göndermesi yapıyor. Bu ifade özgürlüğü olarak görülüyor. İfade özgürlüğü ve örgütlenme bizim için en önemli değerli şeydir. Kürt halkının köyü yakılmış, şehirleri yıkılmış, 17 bin 500’e yakın fail meçhul insan var. İşkence görmeyen, cezaevinden yolu geçmeyen kalmamış. Bazı şeyleri süreci uzatmak adına art niyetle eşeleniyor. Bütün bunlara rağmen Kürt halkı yek vücut. Ancak buna dönük samimi adımların atılması gerekiyor. 
 
Bu sürecin yasal bir düzlemde ilerlemesi neden hayati? 
 
Bu süreçte "yasadışı" olanların hukuk içine dahil edilmesi gerekiyor. Sürecin kendisi bu zaten. Eğer bütün Kürtlük olgusu yasadıysa, bu Kürtlük olgusu hukuk ve yasa içine taşınmalı. Herhangi bir aktör yasadışı kaldıysa, onu yasa içine dahil etmemiz gerekiyor. Bu bir meşruluk tartışması değil, meşruluk yasallığa denk bir şey değil. Bu müzakere edilecek bir şey değildir. Yasallık farklı bir kavramdır. Bu süreç "yasadışı" aktörlerin bir bütün olarak yasa içine dahil edilmesidir. Eğer bu olmayacaksa bu nasıl olacak? Bu tek taraflı ihale kanunlarıyla yapılacak bir şey değil. Bu müzakere edilmesi gereken konulardır. Tek taraflı paket yasalarla olabilecek bir şey değildir. 
 
Bir metruk binayı bile yıkma kararını ancak bir yasaya bağlı olarak gerçekleştirebiliyorsunuz. Yüz yıllık bir sorunu da çözmek için bu adımları atmaktan sakınmanın anlamı yoktur. Umut hakkı çalışmalarımız devam edecek. Bunlar hukuksal çalışmalardır. Bu anlamda gerek iç hukukta gerek Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvurularımızla bu süreci daha güçlü yürüteceğiz. Umut hakkını görünür kılan çalışmalarımız söz konusu olacak. Bu çalışmayı sivil toplum kuruluşlarıyla beraber yürüteceğiz. Umut hakkı sembol olarak Sayın Öcalan’la birdir, ama sadece Sayın Öcalan’a özgü değildir. Bütün ceza infaz rejimini kapsıyor. Türkiye ceza hukukunda en ağır ceza sisteminin değişmesi, Türk Ceza Yasası’nı baştan değiştirecektir. Ceza üst hallerini değiştirecektir. Adli ve siyasi mahpuslar da bunun içindedir. Bu bir demokratikleştirmeyi de getirecektir. Toplumsal yansıması da olacaktır. Sivil toplum bunu böyle değerlendiriyor. 
 
Toplumun farklı kesimlerine ne gibi sorumluluklar düşüyor?
 
Bu sürecin yarattığı imkanları değerlendirmek gerekiyor. Birey olarak yaşadığımız toplum bağlamında hepimize roller ve sorumluluklar düşmektedir. Sayın Öcalan 27 Şubat Çağrısı’nda bunu çok net bir şekilde açıkladı. Buna dönük bizim de sürekli toplumsal mücadelemizi büyütmemiz gerekiyor. Toplum taleplerini büyütmesi gerekiyor. Bu anlamda 4 Ocak’ta Diyarbakır’da düzenlenecek olan özgürlük mitingi çok kıymetlidir. Bu halk 26 yıllık mücadelesiyle tecride karşı muazzam bir mücadele yürüttü. Haber alamadığında her yerden yürüdü, açlık grevinden sokak eylemlerine kadar çok değerli mücadele verildi. Ve bugün geldiğimiz süreç bir anlamıyla bu mücadelenin sonucundur. En zor koşullarda böylesi bir mücadele pratiği olmuşsa bugün barış ve demokratik toplum süreci bize çok daha büyük bir zemin sunuyor. Demokratik bir seferberliği inşa etmemiz gerekiyor. Bu nedenle sadece sürece yönelik pratik görevler değil, aynı zamanda toplumsal görevlerimizi, demokratik toplum görevlerimizi de yerine getirmemiz gerekiyor. Sayın Öcalan "toplumun her bireyi bir komünü olmalı" dedi. Her yerde Kürt sorununun tarihsel dinamiklerini tartışmamız gerekiyor. Kendi içimizdeki sorunları konuşup ileriye yönelik alt yapısını oluşturmak sorumluluğumuzdur. Bu bizi özgürleştirecektir.
 
MA / Esra Solin Dal

Diğer başlıklar

09:26 Abdullah Öcalan'ın avukatı: Çözümün aktörlerinin önü açılmalı
09:07 Sağlıkta 2025: Sorunlar daha da derinleşti
28/12/2025
09:02 HDK Eşsözcüsü Kenanoğlu: Abdullah Öcalan’a yaklaşım Kürtlere yaklaşımı belirler
09:01 Boyun eğmediler, direnişlere öncü oldular
27/12/2025
09:03 2026’da kadın mücadelesi ve örgütlülüğü daha da güçlenecek
09:00 Zam, enflasyon, yoksulluk: Türkiye 2026’ya ekonomik çöküşle giriyor
26/12/2025
09:01 İnsan hakları ve yargı açısından garabet bir yıl geride kaldı
09:00 Avrupa yıl boyunca Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü haykırdı
25/12/2025
09:02 İran ve Rojhilat'ta 2025: Tarihi bir kırılma yılı oldu
24/12/2025
09:49 Suriye belirsizlikle 2026 yılını karşılıyor
23/12/2025
09:16 Irak ve Kürdistan hükümetinin bir yılı: Toplumda çoklu çöküş
22/12/2025
09:04 Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu 2025’e yön verdi
21/12/2025
09:24 Siyasi ve hukuki adımın beklendiği süreç içerisinde ne oldu, kim ne dedi?
20/12/2025
10:10 Ortadoğu’da 2025: Değişen güç dengeleri
19/12/2025
09:53 2025: Küresel güç dengeleri değişti, yeniden mevzilenme başladı
18/12/2025
09:00 Kadınlar 2025’ten 2026’ya mücadeleyi devrediyor
17/12/2025
09:01 Kültür rüzgarının estiği bir yılda Kürtçe için statü çağrısı büyüdü
16/12/2025
09:02 2025 Ekoloji Karnesi: Dünya yok oluşa gidiyor
31/12/2024
09:08 Yasak ve sansür üretimi durduramadı
30/12/2024
09:10 Milyonlar yıl boyunca 'özgürlük' talebini haykırdı