İZMİR - HTŞ'nin Halep saldırısıyla başlayan sürecin ABD-İsrail'in tarafından bölgeyi yeniden dizayn etme planlarının sonucu olduğunu ve bu kapsamda olası seneryolara işret eden gazeteci-yazar Yusuf Karadaş, HTŞ ve SMO ile yola giren Erdoğan rejiminin de ciddi risklerle karşı karşıya olduğunu vurguladı.
Suriye'de 2011'den bu yana süren iç savaşta, 27 Kasım'da Heyet Tahrir Şam (HTŞ) öncülüğündeki cihatçı grupların Halep'e saldırmasıyla yeni bir boyuta geçildi. Kısa sürede Halep'i eline geçiren HTŞ, ardından 5 Aralık'ta Hama kent merkezini kontrol altına aldığının açıkladı ve Humus kentine ilerlemeye başladı. Suriye ordusu HTŞ ilerleyişi karşısında kentleri savunamazken, Irak ve Yemen tarafından Esad'a destek açıklamaları geldi. Fakat hedefine Şam'ı koyan HTŞ'nin ilerleyişi devam ediyor. HTŞ ile birlikte hareket eden Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ise Kuzey ve Doğu Suriye kenti Minbic'in köylerine saldırı düzenlemeye başladı. Halep saldırısı ile başlayan süreçte Halep, Tel Rifat ve Şehba bölgelerinde katliamlar yaşandı, şehirlerdeki evler, fabrikalar, dükkanlar yağmalandı. Binlerce insan da Suriye Demokratik Güçleri (QSD) tarafından güvenliği sağlanan bölgelere göç etti. Göç yolları da paramiliter gruplar tarafından zaman zaman kesildi, sivil halka yönelik saldırılar düzenlendi.
Gazeteci, yazar Yusuf Karadaş ile Suriye'de yaşanan son gelişmeleri ve gelecek döneme ilişkin senaryoları konuştuk.
Suriye’de HTŞ ve SMO’nun Halep’i ele geçirmesiyle başlayan sürecin bölgede 1 yılı aşkın süredir yaşananlardan bağımsız olmadığını vurgulayan Karadaş, 7 Ekim 2023'ten itibaren İsrail'in Gazze, Filistin ardından Lübnan ve Suriye'ye yönelik müdahalesinin bulunduğunu anımsattı. ABD'nin Ortadoğu'da “Direniş Ekseni” olarak tanımlanan İran ve onunla işbirliği halindeki güçlere karşı İsrail üzerinden bir dizayn siyaseti yürüttüğünü kaydeden Karadaş, "Rusya'nın Ukrayna savaşından kaynaklı dikkat ve enerjisini oraya yoğunlaşmış olması, buradaki pozisyonunun zayıflatmasına yol açmıştı. İran için de sadece Jîna Emînî eylemleri bile bölgedeki gelişmelerin yanı sıra içeride de rahat olmadığını görmeye yetiyor. Tüm bunları yan yana koyduğumuzda Suriye'de Rusya-İran ekseninde şekillenen tablonun tersine dönmesine yönelik müdahale için uygun zeminin oluştuğunu görüyoruz. Ukrayna istihbaratının HTŞ'ye eğitim verdiği, HTŞ donanımlarının ABD, İngiltere, NATO tarafından verildiği gerçeği de söz konusu. Toplamına baktığımızda HTŞ ve SMO'nun harekete geçmesi İsrail'in merkezinde olduğu bölgenin yeniden dizayn edilme politikasının bir devamı olarak işlev görüyor" dedi.
SURİYE’NİN 3’E BÖLÜNME SENERYOSU
HTŞ'nin Halep'ten sonra Hama'ya girmesinin de dikkat çekici olduğunu ifade eden Karadaş, şöyle devam etti: "HTŞ’nin Hama'da ilerlemesi, Hama, Humus ve Şam hattında Suriye'nin Irak'a benzer şekilde Sünni, Alevi, Kürt bölgelerine bölünmesi senaryosunun bir parçası olarak görülüyor. Kürtlere yönelik yaptığı 'ılımlı', 'bizim hedefimiz siz değilsiniz' yönündeki açıklamalar da böylesi bir senaryoyu düşündürüyor. Suriye'de HTŞ, SMO, Türkiye, İsrail, ABD'nin çıkarlarının kesiştiği nokta, Esad rejiminin gerilemesi, Rusya ve İran etkisinin sınırlandırılması biçiminde öne çıkıyor. Hem harekete geçirilen güçler hem de arkasındaki güçler bu noktada ortaklaşma içindeler."
SMO'NUN FARKI
SMO’nun HTŞ'den farklı olarak doğrudan Türkiye'nin maaşlı cihatçı grupları olarak şekillendiğini söyleyen Karadaş, SMO'nun bu bağlamda önceliğinin Tel Rıfat ya da Halep'teki Kürt mahalleleri olduğunu kaybetti. Türkiye'deki iktidarın Fırat'ın batısında Tel Rıfat'tan sonra Minbiç'in de ele geçirmeyi hedeflediğini belirten Karadaş, "Bu gelişmeler de bunun bir fırsatı olarak görülüyor. İktidar yanlısı medyanın yaptığı haberlerde açık açık yazıldığı gibi MİT de sahada ve bu hedefi ortaya koyuyorlar. Erdoğan iktidarı SMO'ya 'Suriye'nin siyasi geleceğine sizi monte edeceğiz' sözünü veriyor. Türkiye'nin 2 hedefinden söz edebiliriz. İlki HTŞ ve SMO'nun kazandığı pozisyonu Astana sürecini kendi lehine güncellemek için kullanmak. Bunun devamı olarak da Esad'ın kendisiyle ön koşulsuz olarak masaya oturmasını sağlamak istiyor. Esad'la görüşmek istemesinin arkasında da asıl olarak Rojava'daki özerk yönetimin ortadan kaldırılması hedefi var. Suriye'deki tüm aktörlerin yönetimde yer almasından çok Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırmak için Esad ile işbirliği yapma yaklaşımı söz konusu" diye belirtti.
'ERDOĞAN İÇİN RİSK BARINDIRIYOR'
Bölgedeki yeniden dizayn durumunun Erdoğan iktidarı açısından riskler barındırdığına dikkat çeken Karadaş, "Kürt sorununda 'Öcalan ile görüşme' çağrısı bile Türkiye yönetenleri açısından bir risklerden duyulan kaygıyı ve bu riskleri avantaja dönüştürme arayışını yansıtıyor. Mesela 2013-2015 süresinde Erdoğan iktidarının hem Suriye rejimini yıkmaya yönelik müdahaleye Kürtleri yedeklemek ve hem de ülke içinde başkanlık rejimi için Kürt hareketinin desteğini alma hedefi vardı. Ama Suriye'de Rojava gerçekliği başka bir tabloyu ortaya çıkardı. Türkiye'de 2015’teki seçimlerde AKP o döneme kadar ilk defa tek başına iktidar olabilecek oy çoğunluğunu kaybetti. Bugünkü süreçle ilgili düşündüğümüzde de bölgede attığı adımların kendisi için riskli olduğu açık. Burada hem riskleri ortadan kaldırmak hem de yayılmacı politikaları için alan açmak istiyor. Ancak bu durum bunların kendisine dönmesi ihtimalini ortadan kaldırmıyor. Ülkede demokrasi güçlerin bu politika karşısında güçlü bir seçenek haline geldiği oranda bu tablo değişecektir" ifadelerini kullandı.
'EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE'
Cihatçı grupların kullanışlı olamayacağını gördükleri yerde kendi pozisyonunu korumak için her şeyi göze alabileceğini söyleyen Karadaş, bölgede İŞİD'in zayıflamış olsa da bölge gerçekliği olarak birçok şey anlattığını aktardı. Emperyalistler ve Türkiye’deki iktidar gibi bölge gericilikler arasındaki paylaşım mücadelesinin HTŞ benzeri cihatçı örgütlere yaşam alanı sağladığını belirten Karadaş, "Emperyalistler gitmeden, işgaller son bulup halklar kendi geleceklerini kendilerini belirlemeden, bölgede hakların barış ve demokrasi içinde yaşayacağı bir gelecek kurulamadan bu tehdidin ortadan kalkması mümkün değil. Geçmişte Libya ve Irak örneği bunun göstergesi. Irak 20 yıldır sorunlarını aşabilmiş değil, Libya 2011'den beri ciddi bir kaos içinde. Müdahalelerin yaşandığı ülkeler büyük bir yıkım yaşıyor, halkları ölüm, göç ve yoksullukla yüz yüze kalıyor. Bölge 100 yıldır dünyanın en önemli enerji kaynaklarını bulunduruyor. Dünyanın en önemli ticaret yolları kavşağında yer alıyor. Böyle bir coğrafyada güçler arasındaki egemenlik savaşı devam ettiği sürece, halklar etnik, dinsel, kimliksel bölünmelere, ülkeler yıkımlara uğramaya devam edecek. Kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi, halkların kendilerine kader olarak dayatılan bu politikalara karşı birleşmeleriyle mümkündür. Bu politikalara itiraz etmeyen hiçbir politika Ortadoğu'da barış ve demokrasiyi inşa etmeyi sağlayamaz" diye konuştu.
MA / Tolga Güney