WAN - Wan’da sivil toplum, sendika ve meslek örgütleri İnsan Hakları Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada, çoklu krizlerin Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözülmesine bağlı olduğuna işaret etti.
İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Wan şubeleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Wan Temsilciliği, Wan Barosu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Şubeler Platformu, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) İl Koordinasyon Kurulu ile Wan-Colemêrg Tabip Odası, İnsan Hakları Haftası’nın kapsamında yapacakları etkinliklerin startını verdi.
‘TÜRKİYE’DE ÇOKLU KRİZ YAŞANIYOR’
Wan’ın Sanat Sokağı’nda gerçekleşen açıklamada konuşan Wan Barosu İnsan Hakları Merkezi Koordinatörü Necdet Ceyhan, Türkiye’de çoklu krizlerin yaşandığını belirterek, “Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2024 yılında da birçok alanda hak ihlalleri rutin bir uygulamaya dönüşmüş durumdadır” dedi.
‘DEMOKRASİ SORUNU GİDEREK BÜYÜYOR’
Türkiye’de son yıllarda insan hakları ihlalleri ve demokrasi sorununun giderek büyüdüğü belirten Ceyhan, “Siyasal iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2024 yılında da sürmüştür. Siyasal İktidar gibi düşünmeyen ve iktidar gibi konuşmayan herkesin adeta ‘terörist’ ilan edildiği, basın yoluyla hedef gösterildiği, yargının baskı ve sindirme aracı olarak kullanıldığı gözaltı ve tutuklamalar ile toplumun sindirilmeye çalışıldığı bu baskıcı rejim de ısrarın sonucu olarak artan işsizlik, yaşanan ekonomik buhranlarla toplum adeta nefessiz bırakılmıştır. Türkiye’nin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşması, insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır” diye konuştu.
‘BAHÇESARAY HALKINA ADIYORUZ’
Hukuk devleti olmanın temelinin, toplumun demokratik değerlerini bir arada, eşit ve özgür yaşamı, adaleti tesis etmesinden geçtiğini söyleyen Ceyhan, “Ne yazık ki ülkede demokratik değerler aşındırılarak adalet duygusu zedelenmiştir. Geldiğimiz noktada ülkede birçok kesim ülkedeki siyasi kırımlardan etkilenmiştir. Yerel yönetimlerde kayyım uygulaması, OHAL artığı KHK’ler ile keyfi bir şekilde sürdürülmeye devam etmektedir. Esenyurt Belediyesi ile başlayan kayyım atama süreci Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi, Halfeti Belediyesi, Dersim Belediyesi, Ovacık Belediyesi ve son olarak Bahçesaray Belediyesi ile devam etmiştir. İfade özgürlüğünün bir tezahürü olan seçme ve seçilme hakkı hukuksuz bir şekilde ayaklar altına alınmakta ve seçilmiş belediye başkanları göstermelik yargılamalarla görevlerinden uzaklaştırılmakta ve bir kısmı da özgürlüklerinden yoksun bırakılmaktadır. Bizler, Van’da hak savunuculuğu alanında çalışan 7 kurum olarak bu yılki İnsan Hakları Haftasını seçilmiş belediye eşbaşkanları görevden alınan Bahçesaray halkına adıyoruz” diye konuştu.
CEZAEVLERİ VE HASTA TUTSAKLAR
Cezaevlerinin durumuna ve hasta tutsaklara değinen Ceyhan, “Cezaevleri, yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. Bu ihlallerin en yoğun hissedildiği alanlardan biri de hasta mahpuslardır. Toplum vicdanında hasta mahpusların durumları hakkında devlet eşitlik, adalet, tarafsızlık ve hukuktan uzak hareket ederek şartları zorlaştırmaktadır. Bizler insan hakları savunucuları olarak cezaevlerinde başka ölümlerin olmaması ve tabutların çıkmaması için insan hak ve özgürlüklerinin uygulanması ve ağır hasta mahpusların yakınlarının yanında tedavilerine devam edebilmesi, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz. Devlet, kutsal olan yaşam hakkının korunması için bir an önce üzerine düşen yükümlülükleri ve sorumlulukları yerine getirmelidir. Ne yazık ki son dönemde hukuk devletinden hızla uzaklaşılmış ve hukuksuz birçok karara imza atılmıştır. Devlet, kendi anayasasını ve kanunlarını uygulamamakta ve anayasasını dahi tanımamaktadır” ifadelerini kullandı.
TECRİT VE İDARİ GÖZLEM KURULLARI
İdare ve Gözlem Kurulları’nın derhal kaldırılması gerektiğini söyleyen Ceyhan, “Bu yönetmelik doğrultusunda oluşturulan kurullar, kendilerini mahkeme yerine koyarak mahpuslar hakkında iyi halli olup olmadıklarına dair değerlendirmede bulunmakta; mahpusların koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik haklarından yararlanıp yararlanmayacaklarına karar vermektedirler. Kurulda hapishane savcısı dışında hukukçu kimsenin olmadığı, mahpusların tahliye edilip edilmeyeceğine karar veren ve paralel bir mahkeme gibi hareket eden bu kurulların yapısı ve kararları hukuki değildir. Yine avukatları tarafından yapılan binlerce başvuruya rağmen İmralı’da Abdullah Öcalan’ın 45 aydır ailesi ve avukatlarıyla hiçbir şekilde görüştürülmemesi, tüm insani haklardan, mahpus haklarından yoksun bırakılması, iktidarın keyfi hukuk düzeniyle hukuk ve demokrasi değerlerini aşındırdığının göstergesidir” diye belirtti.
‘ROJAVA’YLA DÜŞMANLIK DEĞİL DİYALOG GELİŞTİRİN’
Ülkeyi yönetenlerin giderek artan nefret ve şiddet diliyle birlikte ülkeyi yeni bir çatışma ve savaşa sokmasının endişe verici olduğunu söyleyen Ceyhan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’nin Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmek için diyalog ve müzakere yöntemini seçmek yerine çatışmayı ve savaşı derinleştirip sorunu şiddetle çözmeyi tercih etmesi ciddi bir savaşın yaşanmasına sebep olmuştur. Suriye’nin kuzeyinde başta Kürtler olmak üzere diğer etnik ve inanç gruplarının birlikte yaşadıkları Rojava bölgesi ile iyi ilişkiler kurmak yerine bunu bir tehdit unsuru olarak görmek gibi tarihsel ve sosyolojik gerçekliğe aykırı bir durum yaratmıştır. Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve Alevilerin soydaşı ve akrabası olan toplulukların Türkiye için bir tehdit olarak görülmemelidir. Buradan bir kez daha sesleniyoruz; savaş hali ciddi sivil can kayıplarına sebep olur, demografik yapıyı değiştirir, zorla yerinden edilmelere sebep olur ve bununla birlikte ülke içinde huzursuzluğa sebep olur. Zaten kötü olan ekonomiyi daha da kötü hale sokar, işsizliği artırır, yoksulluğu artırır ve bir bütün ülkeyi kaosa sürükler. Tek çözüm savaş değil, barıştır” diye bitirdi.