AMED - Öcalan’ın yaptığı çağrıyla demokratik bir iklim zeminini oluşturmaya çalıştığını belirten DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, sürecin ilerleyebilmesi için öncelikli olarak Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının zamana yaymadan sağlanması gerektiğini ifade etti.
Son yıllarda Ortadoğu’da savaş, şiddet ve çatışma cenderesi kan ve gözyaşına neden oldu. Filistin, Lübnan, Suriye’de milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi. Tüm bu savaşlar bir kasırga etkisi yaratırken, Ortadoğu'daki bu cendereye karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, değişim ve dönüşümü esas alan "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısını kamuoyuna İmralı Heyeti aracılığıyla duyurdu. "Asrın çağrısı" olarak nitelendiren bu çağrıya İran, Irak, Suriye, Türkiye, İsrail, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, ABD ve birçok kesimden tam destek geldi. PKK çağrının ardından ateşkes ilan ederken, sürece tam destek vereceğini belirtti. Tüm bu denklemler Ortadoğu ve dünyada yeni bir eşiğin kapısını araladı.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısını ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı yaptı. Abdullah Öcalan bu çağrı ile nasıl bir denklem yarattı?
Sayın Öcalan dünya, bölge ve Türkiye konjonktürünü çok iyi tahlil ederek bu çağrıyı gerçekleştirdi. İki bütün dünyanın savaş parametreleri, savaş siyasetiyle hem bölgesel hem de küresel sorunlara formüller geliştirdiği böylesi bir dönemde Sayın Öcalan; bambaşka, herkesin ezberini bozabilecek nitelikte, herkesin kendisine çizeceği sınırları aşan bir birliktelikte, küresel, bölgesel ve ulusal sorunların çözümüne dair bambaşka bir yol haritası ortaya koydu.
Sayın Öcalan uluslararası konjonktürü, bölgesel denklemleri ve Türkiye'deki bütün siyasal ve toplumsal dengeleri tahlil ederek; tarihi bir zaman diliminde "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısını yaptı. Bu çağrı aynı zamanda Türkiye'de, Ortadoğu'da ve dünyada geniş ölçekte bir yankı uyandırdı. Bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın çağrısının niteliğini Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada yaşanabilecek gelişmeler bağlamında; asrın çağrısı olabilecek şekilde nitelendirebiliriz. Çağrı yapılacağı zamana kadar bütün dünya basınının, kamuoyunun, herkesin gözü kulağı bu çağrının ne zaman olacağı ve bunun etkisinin Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada nasıl karşılanacağı noktasında dikkatleri çeken bir önemdeydi.
Çağrının içeriğine, niteliğine, sonuçlarına ilişkin en önemli meselelerden bir tanesi de bu çağrının Kürt halkı tarafından nasıl karşılandığıdır. Bizler de o yüzden yankılarını çok yakından takip ediyoruz. Bölgesel güçler, dünya, Türkiye ve Kürdistan'da Sayın Öcalan'ın yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısına ilişkin her kesim çok güçlü bir iradeyle açıkça destek verdi ve bu sürecin başarıya ulaşması için ellerinden geleni yapabileceklerine dair çok ciddi bir durum ortaya çıktı. Bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın bu tarihi çağrısının en önemli özelliklerinden birisi şuydu: Sayın Öcalan dünya, bölge ve Türkiye konjonktürünü çok iyi tahlil ederek bu çağrıyı gerçekleştirdi. İki bütün dünyanın savaş parametreleri, savaş siyasetiyle hem bölgesel hem de küresel sorunlara formüller geliştirdiği böylesi bir dönemde Sayın Öcalan; bambaşka, herkesin ezberini bozabilecek nitelikte, herkesin kendisine çizeceği sınırları aşan bir birliktelikte, küresel, bölgesel ve ulusal sorunların çözümüne dair bambaşka bir yol haritası ortaya koydu. Etki düzeyinin bu kadar küresel ölçekte yankı uyandırmasının arkasında da esas olarak bu gerçeklik var.
Asrın çağrısı olarak da nitelendirilen "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı nasıl bir dönemin kapısını araladı?
Bugün artık savaşlarla, güç gösterileri, güç siyasetiyle yeni denklemler kurulmaya çalışılırken, yaşanan siyasal ve toplumsal sorunlara çözüm geliştirilmeye çalışılırken ve herkesin konsantrasyonu bu eksende iken Sayın Öcalan hepimizin zihnini, savaş siyasetinden, yıkımdan, ölümden ve bu siyaset üzerine inşa edilmiş siyasal ve toplumsal yapılanmalardan çıkarıp, demokratik dönüşüm, demokrasi, barış eksenli yol haritasını ortaya koydu. Türkiye halklarına, bölge halklarına ve dünya halklarına yeni biz çözüm aklının olabileceğini gösterdi. Dolayısıyla bu çözüm aklının en temel bileşkelerinden bir tanesinin demokratik toplum, demokratik uzlaşı ve barış meselesiyle çözülebileceğini ortaya koydu. Herkesin zihnini savaş denkleminden, parametresinden çıkarıp demokratik çözüm, uzlaşı ve barış yörüngesine koydu. Bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın çizdiği alternatif çözüm formülü ve modeli bu kadar etkili düzeyde yankı uyandırdı. İşte Sayın Öcalan'ın bu çağrısını farklı kılan 100 yılın siyasal ve toplumsal sorunlarına ayrı bir çözüm modeli olarak yeni bir strateji, toplumsal örgütlenme ve siyasal örgütlenme modelini ortaya koyması bağlamında hakikaten çok tarihi ve önemli noktada durduğunu ifade etmek lazım.
Dünya çapında verilen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Öcalan öylesi küresel bir denklemde böylesi bir çıkışı yaptı ki bugün artık gerek uluslararası, küresel ve bölgesel bağlamda Kürt meselesinin çözümünün barış ve demokratik uzlaşı temelinde olmasına herkesin destek verdiği, vermek durumunda kaldığı ve burada kendi çıkarını gördüğü bir zemin oluştu. Dünyada başta ABD'den tutalım Almanya'ya, Birleşmiş Milletlerden AB'ye kadar herkesin pozitif ve destekleyici açıklama yapmasının arkasında böylesi belirleyici rol var. Kürt meselesi, Sayın Öcalan paradigması ve çözümünde herkes belli oranda kendi çıkarına dair olsa bile güç ve destek verdiği bir dönem var. Bu bizler açısından çok yeni ve tüm bu gelişmeleri ile pozitif olarak değerlendirdiğimiz yeni bir şey... Sevindirici olan, bizi motive edici olan bir durum var ki o da başta küresel dünya olmak üzere, bölge, Türkiye halkları, Kürdistan toplumu bütünen bu meselenin çözümüne dair çok güçlü bir desteğinin oluşudur. Dolayısıyla bu güçlü desteği örgütlemek, iktidar ve devlet üzerinden demokratik bir basınca dönüştürmek, bu sürecin ilerleyebilmesi için kişilerin denetiminden ve kontrolünden çıkarıp halkların denetimine, kontrolüne ve güvencesine alabilmek açısından çok çok tarihi ve önemli bir noktada duruyor.
Kürt tarafı da çağrıya hemen karşılık verdi, PKK ateşkes ilan etti, çağrıya tam olarak uyacağını deklare etti. Peki, bundan sonra süreç nasıl ilerlemeli?
Soykırımcı politikayı sürdürmek isteyen kesimlerin elindeki silahı aldı. Bu çağrının önemli noktası Kürt kimliğinin, kültürünün inkarı nedeniyle ortaya çıkmış PKK hareketinin 50 yıllık mücadelesine dair Sayın Öcalan'ın kurmuş olduğu değerlendirmeydi. Dolayısıyla gerek Türkiye ve bölgesel konjonktürünün savaş siyasetini sürdürmesine gerekçe yapılan PKK hareketine dair Sayın Öcalan'ın kurduğu söz herkeste elbette ciddi bir etki uyandırdı. Fakat bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın hem PKK'yi değişim ve dönüşümüne uğramasına yönelik yaptığı çağrı hem de toplumun artık Kürt inkarının fiilen bir karşılığının olmadığını, dolayısıyla Türkiye iktidarı ve devletinin bu inkardan vazgeçmesi gerektiğine ilişkin yaptığı tespit bizler açısından çok tarihi ve önemli bir noktada duruyor. Meseleyi PKK'nin silah bırakma ve PKK'nin kendisine feshetme meselesine sıkıştırıp orada daraltırsak Sayın Öcalan'ın Kürdistan halkına, Türkiye halklarına ve dünyaya vermiş olduğu mesajı büyük oradan ıskalamış oluruz. Sayın Öcalan ilk etapta savaş siyasetiyle savaşı sürdürmek isteyenin elindeki silahı aldı. Soykırımcı politikayı sürdürmek isteyen kesimlerin elindeki silahı aldı. Irkçılık, milliyetçilik, inkâr etme ve bunu bir devlet politikası, iktidarın temel stratejisi haline getirilmesi silahını ellerinden aldı. Dolayısıyla toplumun, halkların birbirleri ile konuşabileceği, demokratik ve toplumsal uzlaşı zeminlerinde bir birinin hakkını, hukukunu tanımlayabileceği bir zemin, iklim oluşturmaya çalıştı. Türkiye ve Kürdistan toplumunda karşıtlık oluşma, kutuplaşma meselesinin gittikçe derinleştiği, halkların birbirine artık nerdeyse düşmanca yaklaştığı, özellikle iktidarların ve Türkiye devletinin temel stratejisi olan ırkçılığı, milliyetçiliği ve inkarı pohpohlayarak, zehirleme meselesine dair Sayın Öcalan, bu çağrı ile demokratik bir iklim ve atmosferin zeminini oluşturmaya çalışıyor. Bu zeminde Kürt meselesinin dil, kültür meselesinin birçok talebinin de karşılanabileceği, yer edinebileceği, bunun yasal, anayasal, demokratik düzenlemelerle çözülebileceğine dair inancını ortaya koydu. Bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın çağrısını, PKK'nin silah bırakma ve PKK'nin kendisini feshi meselesine hapsetmek bu yüzyıllık çağrısını ıskalamak, içeriğini anlamında koparmak anlamına gelecektir. Sayın Öcalan'ın esas olarak hepimizin dikkatini ve bakış açısını çevirmek istediği nokta demokratik toplum paradigmasıdır. Bunun ikilimi, zeminini yaratmaya çalışıyor. Bu konuda yüksek inisiyatif ve sorumluluk almaya çalışan bir çağrı söz konusu. Sayın Abdullah Öcalan, tarihsel bir sorumluluk aldığını ifade ediyor. Irkçılığa, milliyetçiliğe ve inkar politikasına karşı demokratik toplum, demokratik uzlaşı ve barış ikliminin hakim olması, bu iklimin, atmosferin gittikçe yayılım göstermesi için siyasete ve Türkiye toplumuna, bir bütün olarak topluma çok tarihi sorumluluklar yükledi. Bunun şifreleri de çağrı da mevcut. Dolayısıyla Sayın Öcalan bu çağrıya tarihsel sorumluluğu yüklerken aynı zamanda Türkiye'de demokratik siyasete ve topluma da barışın, demokratik uzlaşının gelişmesi, bu meselenin sürdürülebilirliğini sağlaması açısından toplumun bütünen bu meseleye, iradeye, çağrıya sahip çıkması gerekir. Nitekim bütün dünya deneyimlerine de baktığımızda bütün çatışma-çözüm süreçlerinde en önemli sigorta, güvencenin toplum olduğunu, demokratik siyasetin olduğunu görebiliriz. Bu meseleyi bu anlamıyla kişilerden, şahıslardan, kurduğu sözlerden, inisiyatif almama meselesinden çıkarıp toplumun yediden yetmişe bu sürece sahip çıkmanın öznesi haline getirmemiz gerekiyor. Sayın Öcalan'ın çağrısına en yüksek düzeyde, en geniş katılımla toplumsal kesimlerin ve demokratik siyasetin sahip çıkması gerekiyor.
Bir taraftan bu görüşmeler olurken bir taraftan da Federe Kürdistan Bölgesi ve Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırılar sürüyor. Saldırılar bu sürecin selameti açısından tehlikeler barındırmıyor mu?
PKK'nin bu anlamdaki pozitif tutumunu deklere etmesinden sonra devletin siyasi ve askeri operasyonları sürdürme arzusu bu süreci büyük oranda tehlikeye koyabilecek bir noktada duruyor.
Tabiî ki bu sürecin ilerleyebilmesi, Kürdistan halklarının, Türkiye toplumunun bu süreci en güçlü iradesiyle sahiplenebilmesi açısından iktidarın ve devletin de atması gereken temel adımlar var. Bu anlamıyla özellikle PKK'nin ateşkes ilan etmesinden sonra ve Sayın Öcalan'ın çağrısının arkasında yüksek iradeyle duracağını ifade etmesinden sonra devletin ve iktidarın atması gereken çok tarihi adımlar var. Dolayısıyla ilk elden bugüne kadar yürütülen ve yürütülmek istenen askeri ve siyasi operasyonların hızlı bir şekilde durdurulması ve bu meselenin çözümüne dair PKK ile Sayın Öcalan arasında ki ilişkinin, trafiğin bu sürecin ilerleyebilmesi açısında uygun, demokratik ve güvenlikli şartların oluşması mutlaka ama mutlaka olması gereken temel parametrelerdir. PKK'nin bu anlamdaki pozitif tutumunu deklere etmesinden sonra devletin siyasi ve askeri operasyonları sürdürme arzusu bu süreci büyük oranda tehlikeye koyabilecek bir noktada duruyor. Bu sürecin önemli bir aktörü, önemli parçası olan devlet ve iktidar bu sürece çok daha hassas bir şekilde yaklaşmalı. Ki nitekim Sayın Öcalan bunu açık bir şekilde ifade ediyor. Bakınız bu meselenin ilerlemesinde, çözüme kavuşturulmasında asla ve asla bunu açık bir şekilde, bilimsel olarak da tahlil ettiğimizde de kaybeden hiç kimse olmayacaktır.
Diğer yandan siyasetçiler olumlu açıklama yapsa da medyanın dilinde hala bir değişim görülmüyor. Barış dili bu süreçte neden önemlidir? Dil ve söylemde de değişim olması gerekmiyor mu?
Sayın Öcalan özellikle demokratik toplum ve barış dilinin kurulmasına yönelik tespiti de var. Bu anlamıyla barış, demokrasi dilinin gelişmesi elbette bizler açısından çok önemli olmakla birlikte bu anlamda dili hakim kılmak, bugüne kadar iktidarlar tarafından topluma enjekte edilen ayrıştırıcı, milliyetçi, ırkçı ve halkların birbirini anlama zeminlerini sürekli tahrip eden, yıpratan dilden uzak durmamız gerekiyor. Bu anlamda en önemli sorumluluk başta iktidarın ve onun etrafındaki ana akım medyaya düşüyor. Bu anlamıyla herkesin sorumluluğu barış dilini, demokratik çözüm dilini ve uzlaşı dilini hakim kılmak ve bunu toplumla buluşturmak. Türkiye medyasına bugüne kadar devam eden eski inkarcı, ırkçı dilin bu süreci sabote etmenin en önemli zeminlerinden olduğunu ifade edebiliriz. Bu yönlü özellikle bu süreci kimi odakların ana akım medyanın dilinden de rahatlıkla cesaret aldığını, bu süreci sabote etmek için bu dilin teşvik edici olduğunu ifade etmemiz lazım. Elbette ki ülkeyi yöneten iktidar başta olmak üzere onun yörüngesindeki ana akım medya bu sürecin değişmesi, pozitif iklim gelişmesi için kendi dilini demokratik ve çözüm diline dönüştürmesi gerekiyor. Bu her birimizin sorumluluğudur. Kamuoyu ve medyaya söz kuran iktidar çevrelerinin Sayın Öcalan'ın çağrısından bu yana ki açıklamaları kısmi düzeyde bazı değişiklikler gösterse de fakat bu toplumun bu süreci sahiplenmesi bakımından, en güçlü açıdan destek verilmesi noktasında hala yetersiz bir noktada durduğunu ifade etmek lazım. Dolayısıyla toplumu teşvik edici, halkları bu demokratik, barış sürecinin önemli bir parçası haline getirmenin en önemli meselelerinden bir tanesi pozitif dildir. Bu yönlü en hızlı şekilde bu iklimin yaratılması için iktidarın ve devletin dilinin de bu yönlü olması gerektiğini ifade etmek gerekiyor.
Abdullah Öcalan da tarihi çağrısında "Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" dedi. Siyasi ve hukuki zeminin oluşması için nereden başlanmalı?
Sayın Öcalan'ın bu sürecin önemli aktörü, parçası ve yürütücüsüdür. Sürecin ilerlemesi için elbette ki Sayın Öcalan'ın özgürlük koşullarının mutlak suretle en hızlı bir şekilde zamana yaymadan sağlanması gerekiyor. Sayın Öcalan'ın gerek PKK ile gerekse de toplumsal ve siyasal kesimlerle ilişki kurabileceği, koşullar sağlanmalı. İlk adım olarak yapılması gereken iktidar ve devletin Sayın Öcalan'ın bu sürecin öncüsü olması bakımından özgürlük koşullarının mutlak bir şekilde sağlaması gerekiyor. Bu sürecin selametle, sabote edilmeden yürümesinin en önemli sigorta, güvencelerden bir tanesi Sayın Öcalan'ın aktif bir öncü ve özne olmasıyla alakalı bir durumdur. Bu anlamıyla en büyük sorumluluk devlete ve iktidara düşüyor. Bizlerin de beklenti ve arzusu zamana yaymadan Sayın Öcalan'ın özgürlük koşullarının sağlanmasıdır.
Çağrı öncesinde Meclis başkanı ile görüşmeler yapıldı, siyasi partiler ziyaret edildi. Yapılan çağrı ardından Meclis'in bu süreçteki rolü nedir? Siyasi ve hukuki zeminin oluşması için muhalefete düşen sorumluluk nedir?
Sayın Öcalan'ın bu kadar tarihi iyi niyet çağrısından sonra parlamento bu olumsuz rolünden, inisiyatifsiz, etkisiz pozisyonundan çıkıp, Kürt halkının, Türkiye halklarının özlemini çektiği ve beklentisini, arzusunu ifade ettiği demokratik siyaset ekseninde Kürt meselesini çözüme kavuşturacak bir zemin olmalı.
Sayın Öcalan çağrısında zaten ifade ediyor. Özellikle tıkanan siyasetin önünü açmaya çalışıyor. Sayın Öcalan, bugün Türkiye siyasetine anjiyo yapıyor. Tıkanan damarlarını açmaya yönelik önemli ve tarihi sorumluluk alarak girişimde bulunuyor. Demokratik siyasetin dinamizmi ile Kürt meselesinin kimlik ve kolektif hakları başta olmak üzere Türkiye'deki temel meselelerin çözülebileceğine inanan Sayın Öcalan gerçekliği söz konusu ve hepimizin dikkatini buraya çekiyor. Tabiî ki bu tespit Türkiye'deki toplumsal ve siyasal muhalefete tarihi görev ve sorumluluk yüklüyor. Bu anlamıyla Türkiye parlamentosu çok kritik noktada duruyor. Kürt meselesinin inkârında tarihsel olumsuz rol oynayan parlamentonun özellikle 1900'lerin başlarından bugüne yani 100 yıl sonrasında özellikle Sayın Öcalan'ın bu kadar tarihi iyi niyet çağrısından sonra parlamento bu olumsuz rolünden, inisiyatifsiz, etkisiz pozisyonundan çıkıp, Kürt halkının, Türkiye halklarının özlemini çektiği ve beklentisini, arzusunu ifade ettiği demokratik siyaset ekseninde Kürt meselesini çözüme kavuşturacak bir zemin olmalı. Onun için toplumsal muhalefetin çağrıdan sonra kamuoyu ile paylaştığı açıklamalar, bizler açısından olumlu, fakat yetmiyor. Bugün siyasi muhalefetin parlamentoda artık somut adımların atılmasına yönelik, siyasal, hukuki düzenlemelerin yapılmasına dönük yapması gereken görev önünde duruyor. Nasıl biz Sayın Öcalan'ın çağrısından sonra en önemli adımın iktidar ve devlette olduğunu söylüyorsak aynı zamanda bu meselenin demokratik siyaset, parlamento ekseninde yasal ve anayasal düzenlemelerin geliştirilmesinde en önemli sorumluluk da bugün muhalefetin önünde duruyor. Elbette ki açıklamaları önemli, pozitif katkıları önemli, fakat artık bu değerli düşüncenin dışında muhalefet de özellikle parlamentoyu eksen alarak bu meselenin yasal, anayasal çözümünü ortaya koyacak, meseleyi çözüme kavuşturacak politikanın, siyasetin öncüsü olabilmeli. Dolayısıyla başta ana muhalefet partisi olmak üzere parlamentodaki bütün siyasi partilerin pratik bir çabanın içine girmesi gerektiği bir dönem içerisinde bulunuyoruz. Sayın Öcalan bu anlamıyla muhalefetin atacağı ve atması gereken bütün pratik adımların önündeki engelleri ortadan kaldırdı. Bugün hiç kimse artık bu meselenin çözümüne dair "Şu, bu engel var" deme gibi bir durumda değil. Sayın Öcalan'ın çağrısı herkesin kendisine çizdiği sınırları, kendini hapsettiği o kuyudan çıkarıp özgürce, demokratik uzlaşı, demokratik siyaset ekseninde, parlamentoyu zemin alarak bu meselenin çözümüne dair pratik bir politikaya sahip olabileceği koşulları yarattı. Dolayısıyla şimdi muhalefet, meseleyi çözüme kavuşturmak, başka bir yandan da iktidarı ve devleti çözüme zorlamak, Meclis'i bu konuda önemli işlevsel bir noktada tutma sorumluluğunda olmalı.
Toplumda bir şok hali var. Ancak bir yandan da "Mücadele yeni başlıyor" deniliyor. Abdullah Öcalan'ın demokratik bir toplum inşası için harekete geçtiğini anlıyoruz. Demokratik değişim ve dönüşüm için topluma nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Sayın Öcalan nasıl tarihsel bir inisiyatif aldıysa bu inisiyatifi büyütecek, geliştirecek ve bunun arkasında duracak, bunun ilerleyebilmesinin en önemli güvencelerinden biri toplumun buna sahip çıkmasıdır. Bu nedenle mücadele toplum açısından çok daha yeni bir aşamaya geçmiş durumda. Elbette ki PKK'ye dair toplumun bu konuda duygulu, hassasiyetle yaklaştığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. PKK'nin bu anlamıyla toplum içerisindeki manevi varlığı ve toplumla kurduğu ilişki elbette ki çok özgün ve ayrı bir yerde duruyor. Tarihin en kritik aşamasında Sayın Öcalan topluma, halklara bir çağrı yapıyor. Toplumun özne olduğu ve bu sürecin kaderini pozitif yönde, barış, demokratik toplum, demokratik çözüm eksenli zeminde gerçekleştirebilecek tarihi sorumluluğu alabilir, almalıdır. Bizler açısından, demokratik siyaset açısından, Kürt halkı, halklar açısından mücadelenin çok daha büyük bir ivme ile daha geniş bir zemin ile yeni başladığını, siyasal ve toplumsal örgütlenmelerin muazzam, sınırsız, imkan ve olanaklara sahip bir dönemin içerisinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu anlamıyla toplumu oluşturan bütün dinamikler, kadınlar, gençler, anneler, mücadele içerisindeki deneyim sahibi insanlar, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, edebiyatçılar, toplumu oluşturan bütün değerler Sayın Öcalan'ın bu çağrısına sorumlulukla yaklaşarak, bu sürecin önemli parçası olarak başarıya ulaşması için herkesin yapması gereken görev ve sorumluluklar var. Sayın Öcalan açıklamasında bizleri bu görev ve sorumluluğa davet ediyor. Bu yönlü halkımıza çağrım söz konusu, her birimiz açısından mücadelenin yeni başladığı, her birimizin yüklenebileceği tarihi sorumlulukla yeniden düzenlendiği, yapılandırıldığı önemli bir aşamada olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu yönlü hepimizin coşkulu, heyecanlı, moralli bir şekilde bu süreci göğüslemesi ve başarıya ulaştırması için mücadele etmemiz gereken bir zaman diliminde olduğumuzu ifade etmek gerekiyor. Hiçbirimizin önünde bu mücadelen uzak durma, soğuk yaklaşma, geri durma gibi bir lüks yok. Bu sorunun çözümü, ilerleyebilmesine dair esas yükün Kürt halkının, Türkiye halkının omuzunda olduğuna inanıyorum. Bu konuda Türkiye halkına, Kürdistan halkına güvenimiz tam. Bu süreci layıkıyla üstlenecek, demokratik mücadeleyi en yüksek şekilde verebileceğimizi ifade etmek gerekiyor.
Yapılan çağrı ardından DEM Parti, HDK ve DBP olarak 100 merkezde halkla buluşma kararı aldınız. Buluşmaların önemi nedir? Ne hedefleniyor?
Sayın Öcalan'ın çağrısını en doğru, en sağlıklı bir şekilde topluma ulaştırma bizler açısından temel sorumluluk. Bu anlamıyla başta DBP, DEM Parti, bütün siyasi ve toplumsal dinamiklerimizle birlikte bu süreci toplumla buluşturmak açısından Türkiye ve Kürdistan'da, ulaşabileceğimiz her yerde halk toplantıları ve buluşmalar gerçekleştirip, önümüzdeki hafta itibariyle bunları hayata geçirmeye çalışacağız.
Birçok kentte 8 Mart ve 21 Mart Newroz'u kutlanacak. Newrozlar ve 8 Martlara bu çağrının nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?
Önümüzde bir de 8 Mart ve Newroz var. Bu çağrıdan sonra bizler açısından 8 Mart'ın diğer yıllara oranla çok daha farklı, kitlesel, moralli, güçlü gerçekleşmesi gereken bir dönem. Hakeza bu Newroz demokratik toplum, barış ve özgürlük Newroz'u olacak. Bu anlamıyla 2025 Newroz'u Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada Kürt sorununun çözümü, Sayın Öcalan'ın özgürlüğü ve Türkiye'de ki barış meselesinin konuşulduğu, bu iklimin on milyonların alanlarda kendi iradesini ortaya koyduğu ve herkesin bu anlamıyla kendisini sorumlu hissettiği Newroz'lar olacağına inanıyoruz. Her birisinin örgütlenmesi, kitleselleşmesi ve toplumsallaşması açısından önemli demokratik programların çalışmaları sürüyor.
MA / Müjdat Can