HABER MERKEZİ - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, demokratik anayasanın ihtiyaç olduğunu ancak sürece dair görüşmelerde bunun masada olmadığını vurguladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İlke TV’de “Konuşma Zamanı” programına konuk oldu. Bakırhan, programda Dilek Odabaş, Banu Güven ve Ercüment Akdeniz’in gündeme dair sorularını yanıtladı.
Bakırhan, Meclis’teki bütçe görüşmeleri ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İşçi tarafını temsil eden TÜRK-İş’in 2026 asgari ücret görüşmelerinde masada olmama kararını olumlu karşıladığını belirten Bakırhan, “İşçi sendikaları uzun süredir yapmadıkları bir şeyi yapmış oldular. Eğer temsil ettikleri işçilerin hakları masada sağlanamıyorsa ve iktidar buna kapalıysa, en doğrusu orayı terk etmektir” dedi.
‘ASGARİ ÜCRETE YETERLİ ZAM YOK’
İşçi ve emekçilere yeterli kaynağın ayrılmadığını, savunma bütçesinin ise yüzde 34 artırıldığına dikkat çeken Bakırhan, “Aslında bütçeye bakıldığında işçilere, emekçilere ve asgari ücretlilere gerçekten insanca yaşayabilecekleri bir ücretin verilmesi için yeterli bir bütçe var. Ama bütçe, savunma, sanayiye, vergiye ve sermayeye gidiyor. Dolayısıyla oralarda herhangi bir kısıtlama yapmayan; savunma bütçesini yüzde 34 artıran, hem de barışın tartışıldığı, çözümün konuşulduğu, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da bir yol aranmaya, bulunmaya çalışıldığı bir dönemde asgari ücrete yeterince zam yok; emekliye yok; ama savunmaya var, faiz lobilerine var, silahlanmaya var. Dolayısıyla işçi sınıfının bunu çok iyi görmesi gerekiyor” dedi.
'ASGARİ ÜCRET EN AZ 46 BİN OLMALI’
Bakırhan, 46 bin TL olan yoksulluk sınırının asgari ücretin belirlenmesinde temel alınması gerektiğini vurgulayarak şunları ekledi: “Evet, biz 46.000 lira, yoksulluk sınırının yarısı ve yılda iki defa enflasyon oranına göre yeniden gözden geçirilip artırılmasını savunuyoruz. 46.000 lira yeterli değil; en az 46.000 lira olmalı. Çünkü Türkiye’de artık ekonomi, sanırım, mutfağında, evinde hissetmeyen kimse kalmadı. Dolayısıyla işçi sendikalarının bu tavırlarını destekliyoruz. Temsil ettikleri insanların haklarını almaları için biraz daha mücadele etmeye çağırıyoruz. Pes etmemeleri gerektiğini belirtiyoruz. Onları destekleyen sadece işçi sınıfı değil; siyaset partileri ve demokratik kitle örgütleri de var. Biz de işçilerin asgari ücretten istedikleri oranı alması için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
‘AKP’NİN RAPORU TAM İSTEDİĞİMİZ GİBİ DEĞİL’
AKP’nin Meclis Başkanlığı’na sunduğu süreç raporuna ilişkin değerlendirme yapan Bakırhan, şu ifadelere yer verdi: “Kürt meselesiyle demokratikleşme bağını kurması açısından ben raporu önemsedim. Çünkü bugüne kadar AKP’nin söylem ve pratikleri böyle söylemiyordu; daha çok, işte, tırnak içerisinde ‘terörü bitirme’ bilmem vesaire diye bahsediyordu. İlk defa raporda demokratikleşme ve Kürt meselesinin bağını kuruyor. Bütün eksiklerine rağmen. Yine raporda çok önemli bir şey vardı. Dikkatinizi çekmiştir muhtemelen. Aynen şöyle diyor: ‘Kürt meselesi Türkiye’nin kendisiyle imtihanı meselesidir.’ Bu da değerlidir. Doğrudur; Kürt meselesi Türkiye’nin kendisiyle imtihanı meselesidir. Bu imtihanı hepimizin başarıyla geçmemiz gerekiyor: emekli için, öğrenci için, geçinemeyen için, Kürt için, eşit yurttaşlık talebinde bulunan Aleviler için, diğer halklar ve inançlar için. Bu tespitler önemlidir. Yani genel anlamda bunları Merkez Yürütme Kurulumuza da değerlendireceğiz ama ilk etapta değerlendirirsek, tam istediğimiz gibi değil; bir aralık var.”
‘SÜRECİ KİMİN NASIL ADLANDIRDIĞI ÇOK ÖNEMLİ DEĞİL'
Sürece ilişkin adlandırmalardaki farklıları “Reddedenle mücadelesini yürüten hiçbir dönem sorunu aynı adla adlandırmadı” diye açıklayan Bakırhan, “Dünyanın her yerinde böyle. Biz hak arama mücadelesi, demokrasi mücadelesi, Kürt meselesinin demokratikleşmesi derken, bugüne kadar bunu inkar eden, reddeden ve bastırmaya çalışanlar farklı isimlerle adlandırdılar. Biz kimin nasıl, neyle adlandırdığını çok önemli görmüyoruz. Sonuçta, bu mücadeleyi yürütenlerin gücü ve örgütlülüğü neticede sonucu belirliyor” diye belirtti.
‘DAHA YAPICI BİR NOKTADA DURUYOR'
Bakırhan, raporların partilere ait olduğunu, neticede ortak rapor olmadığını hatırlatarak, şunları söyledi: “Bu sürecin başında toplandığımızda Meclis Başkanı bize şunu söylemişti: ‘Hele bir silahlar sussun, hele bir önce öyle bir silahları bırakma kararı çıksın. O zaman masada konuşmayacağımız, tartışmayacağımız, hal yoluna koymayacağımız sorun kalmayacak’ Sayın Numan Bey’i, biz başlarken, daha yolun en başında bu söylediklerini tekrar hatırlamaya davet ediyorum. Bu söylediklerine uygun ortak bir rapor ortaya çıkarmaya davet ediyorum. Dolayısıyla AKP’nin raporu Meclis’in raporu değil; Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bizim raporumuz Meclis’in toplamındaki raporlar olmadıkları için, bu raporların umarım bir noktada ortaklaşır, buluşur. Yüzyıllık meselenin çözümünde daha yapıcı, daha kapsayıcı bir noktada durur.”
‘AKP’NİN RAPORUNDA İÇERİK TATMİN ETMİYOR’
AKP’nin raporunda AİHM göndermelerinin yer aldığını belirten Bakırhan, “Kimi meselelere ilişkin, içeriğine çok katılmasam da farklı şeyler olsa da bence üzerinde tartışılır, konuşulur bir rapor olduğunu belirtmek istiyorum. Mesela ekonomik uyumdan psikososyal desteğe, kurumsal koordinasyondan demokratikleşme perspektifiyle Kürt meselesinin değerlendirilmesine kadar; idari uygulamaların iyileştirilmesi ve gözden geçirilmesi gibi önemli başlıklar var. Ama içerik yeterince tatmin etmiyor, yeterince tanımlamıyor” diye konuştu.
ADALET BAKANI’NA: NEYİN TASFİYESİ?
“Demokratik entegrasyon yasaları” olarak adlandırılan yasal düzenlemelere Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Hayır, barış yasası olamaz; barış yasası savaşanlar arasında olur. Biz 41 yıldır terörü bitirmeye çalışıyoruz. Bu bir ‘tasviye yasası’ olur” ifadelerinin eksik olduğunun altını çizen Bakırhan, şunları söyledi: “Adalet Bakanı eksik bir değerlendirmede bulunmuş; çok doğru bir değerlendirme değil. Biz bütçe konuşmamızda da çok net söyledik: Kürt meselesi bir güvenlik meselesi değil, bir terör meselesi veya yoksulluk meselesi değil; bir demokratikleşme meselesi, bir hak arama meselesidir. Peki, bu ülkede on binlerce insan neden yaşamını yitirdi? Bir çatışma yoksa, bir şiddet yoksa, kırk yıllık bir şiddet ortamı yoksa, biz niye barış diyoruz? İki aile arasındaki basit bir kavgada bile insanlar ‘barış’ derken, on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olduğu, Türkiye ekonomisinin ve enerjisizliğinin kırk yıldır çarçur edildiği bir meseleyi ne diyeceğiz? Neyin tasfiyesi?
İnsanlar dili, kimliği, demokrasisi ve özgürlükleri için mücadele etti. Bugün bir masa kurulmuşsa, o masada silahların ve şiddetin devreden çıkarılması esastır. Bu konuda bir mesele yok; yetkililer bunu çok net bir şekilde açıkladı. Hem silahı elinde bulunduran parti, hem de onların lideri Sayın Öcalan düşüncelerini söyledi. Dolayısıyla, biraz daha sorunu tarif eden, yapıcı ve kırmayan bir dile ihtiyaç var. Maalesef bu zehirli; bu kötü tarafta duran dili bir türlü değiştiremedik. Kimin ne dediğinin bir önemi yok; Kürtler için bu bir barış süreci, Kürt meselesinin demokratik çözümüdür. PKK’nin bütün sonuçlarının ortadan kaldırılmasıdır; sürgündekilerin dönmesidir; haksız ve hukuksuz şekilde cezaevinde olanların özgürlüğüdür.
HERKES DİLİNE DİKKAT ETSİN
Elinde silahı bırakan ne yapacak, nereye gidecek? Buna tasfiye dersek, buna pişmanlık dersek, o zaman süreci tam anlamamış oluruz. Dolayısıyla yetkililere, sizin aracılığınızla da bir çağrımdır: Lütfen, yüzyıllık bir meselenin tartışıldığı bir süreçte, DEM Parti kadar hassas, titiz, disiplinli, dikkatli, irite etmeyen ve kırmayan bir dil kullanalım. Kürt meselesi demek, kimin neyini alıp götürüyor demek değildir; apaçık ortada, Kürt meselesinin inkarından kaynaklanmış bir kavga, bir şiddet ve bunu bastırmaya çalışan bir sistem söz konusudur. Şimdi oturuyoruz; tabii ki silahlar ve şiddet konuşulurken demokrasiyi, yerel yönetimleri, ana dili, çevreyi, umudu çalınan gençleri, Türkiye’nin 3 trilyon dolarına mal olmuş ve boşa akmış parayı, ekonomideki adaletsizliği, Kürt illerindeki sanayisizliği konuşacağız. Öyle ağzına geleni konuşuyorlar, çok rahat konuşuyorlar. Dolayısıyla ben Adalet Bakanı’na katılmadığımı belirtmek istiyorum ve herkesin diline dikkat etmesi gerektiğini vurguluyorum.”
MHP'NİN RAPORU
MHP’nin hazırladığı 120 sayfalık raporu eleştiren ve rapor ile Bahçeli’nin önceki açıklamaları arasında fark olduğunu belirten Bakırhan, şu ifadelerde bulundu: “Bahçeli'nin o cesur çıkışları, değerlendirmeleri, o tarihi referansları, metinlerdeki entelektüel ve kapsayıcı sözcükler gitti; yerine 120 sayfalık bir rapor geldi. İlginç, bakın, 120 sayfanın 100 sayfasında Kürt meselesinin olmadığını bize anlatıyor. Bugüne kadar demek ki zorla, cezaeviyle, işkenceyle anlatamamışlar; şimdi bir metne dökülmüş. Çok ayıp. Bahçeli’nin samimi olduğunu düşünüyoruz. Yani Sayın Bahçeli’nin konuşmaları ve yaklaşımı ile rapor arasında bir makas farkı olduğunu görüyoruz. MHP’nin hazırladığı umut hakkına ilişkin de çok açık uçlu bir değerlendirme var; mesela, ‘İnsanlar orada yaşamını yitirmemeli…’ falan filan gibi. Emin olun, bizi biraz şaşırttı Milliyetçi Hareket Partisi’nin raporu. Umarım yasa tartışılırken yasada ortaklaşırız. Yani en azından bugüne kadar kullandıkları sözler ve yaptıkları değerlendirmelere uygun bir yaklaşım içinde olabilirler.
Böyle bir şey olabilir mi? Kürt sorunu var mı, yok mu? Biz şimdi onu mu tartışıyoruz? Kürt sorunu var ki bir diyalog ve müzakere oldu. Kürt sorunu var ki İmralı’ya gidildi. Kürt sorunu var ki orada PKK var. Kürt sorunu var ki Figenler, Selahattinler ve binlerce arkadaşımız cezaevinde. Kürt sorunu var ki binlerce insan sürgünde. Böyle bir şey mi olabilir? Yani Kürt’e yüz yıldır sopayla kabul ettiremediğin şeyi şimdi bu süreçte mi? Yok, böyle bir sorunumuz yokmuş. Elhamdülillah hepimiz Müslüman ve Türk’müşüz. Unutmuşuz ya da kandırılmışız. Bu noktaya böyle mi diyeceğiz?”
‘CHP’NİN SÜRECE CİDDİ YAKLAŞMAMA DURUMU VAR’
CHP’nin sunduğu rapora şaşırdıklarını dile getiren Bakırhan, CHP’nin raporuna ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Şaşırmamızın haklı nedenleri de var. Cumhuriyet Halk Partisi ile neredeyse son 12 yıldır her alanda, her zeminde yan yana, omuz omuza yürümüş, seçimlerde neredeyse aynı tercihlerde bulunmuş bölge halkının bir meselesi, Türkiye’nin bir sorunu tartışılıyor. Dolayısıyla MHP’yi bir yere kadar anlarız. Eleştiririz; ama zaten durduğu yer burasıydı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin her seferinde böyle bir gerekçelendirme hali çok rahatsız edici. Hadi tamam, tümsek, eyvallah. Sendrom, eyvallah değil ama koyalım bir yere. Şu anda gündemimiz o değil. Bunlar daha ileriki süreçlerde konuşulur, tartışılır. Peki, bu rapor tümseği geçtikten sonraki bir aşama değil mi? Ben rapora bakıyorum; emin olun insan şaşırıyor. Bir torba içerisine Türkiye’nin bütün sorunları doldurulmuş: 53 sayfalık, yanılmıyorsam bir rapor. 53 sayfanın bir sayfasında Kürt meselesi var. Hadi iki olsun; ikinci sayfaya da girmiş, sağ olsunlar. 53 sayfada her şey var. Düşün, 100 yıllık bir mesele tartışılıyor. Bu torbanın içerisinden kamu ihale mevzuatı düzenlemesi var. Kürt meselesiyle teknik meselenin yan yana bir raporda durmasının mantığını anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. Ne olacak? Kamu ihale mevzuatı yeniden düzenlenirse barış mı gelecek? Ben tamam, bu sorunun etkisi nedir onu anlamadım. Bunu sormak gerekiyor. İnsan söylemek istemiyor ama bazen tabanında ciddi bir hassasiyet var. Her seferinde ‘tamam, bu bir tümsektir’ diyoruz; o tümsek zaten yaralar açıyor, incitiyor.
Sonraki aşamada yine benzer şeyler oluyor. Eskiden bir ilçemiz vardı; Cinauz, eğitim enstitülerinin olduğu. Hasanoğlan’dan sonra Türkiye’nin en büyük, bence Türkiye’nin en nitelikli ilçesi. Ben o ilçeliyim. Köye giderken tatillerde kışın babamla ilçeye yanaşırdık: bir market, her şey var markette; pil var, deterjan var, makarna var, kaşar var, aspirin var. Eskiden öyleydi; her şey bir yerde bulunurdu. Biraz da benim raporuma benziyor; her şey var içinde. Yüz yıllık bir mesele, ama bir odağı yok. Tam bu meselenin çözümüne ilişkin net bir düşünce yok. Evet, iyi şeyler var, ama bu mudur meselenin kendisi? İsim değişikliği, Dersim isyanı, katliamı, soykırım sonrası yüzleşmek vs. bunlar önemlidir. Bir şey söylemek istemiyorum ama her şeyi bir çuvala doldurmak bir strateji değil. Burada biraz önceliklendirme sıkıntısı var raporda. Ülkenin en önemli meselesidir bu süreç; buna bir teknik mevzuatmış gibi yaklaşıyor. Bunu anlamakta zorlandım. Bence ciddi yaklaşmama durumu var; bunu üzülerek söylüyorum.”
'TOPLUMUN AKLIYLA OYNAMAYALIM'
CHP’nin "entegrasyon" için veriye ihtiyacı olduğunu ve bu veriyi Adalet Bakanı’ndan beklediğini belirttiği açıklamayı anımsatan Bakırhan, “Diyelim ki Adalet Bakanı bir şey açıklamadı. CHP açıklamayacak mı? Türkiye’yi yönetme iddiası olan bir siyasi partinin bu konuda bir siyaset politikası olmayacak mı? Böyle bir şey mi olabilir? Yeni Yol Grubu entegrasyon, Umut Hakkı ve barış yasasına ilişkin bir şey söylüyor. TİP diyor, EMEP diyor, en kapsamlı rapor bizimdir, biz diyoruz. Bu güne kadar Cumhurbaşkanı topa girmedi, şimdi Adalet Bakanı’na mı geldi sıra? Ne kadar bekleyeceğiz? Bu gerekçeleri toplum artık çok yutmuyor. Bence bir an önce daha gerçekçi, daha somut olunmalı. Eleştirebiliriz, katılmayabiliriz, olmasın diyebiliriz. Ama toplum baktığında bizim bir meseleye ilişkin ne düşündüğümüzü artık görmeli. Bitsin ya, bu toplumun aklıyla oynamayalım, yormayalım.”
‘ANAYASA GÜNDEME GELMEDİ’
Bazı kesimlerin sürece “anayasa değişikliği ittifakı” olarak baktığı yorumlarına hiçbir görüşmede anayasa meselesinin gündeme gelmediğinin altını çizen Bakırhan, “22 yıldır AK PartiYi iktidarda tutanlar kendilerini sorgulasın. Biz mücadele ettik. ‘Adam kazandı’ diyen biz değildik; biz, ‘adam kazandı’ diyene oy verenlerdik. Son Cumhurbaşkanı seçiminde 2’inci turda tatil eden biz değildik. Çözüm sürecinden bir AK Parti-MHP-DEM Parti ittifakı çıkaran akla biraz şaşıyorum; bunun doğru olmadığını belirtmek isterim. Böyle bir şey masada da olmadı. Muhataplarımızın da böyle bir gündemi olmadığını ve bize böyle bir gündemi söyleme cesaretlerinin de olmadı. Kürt hareketi, bedelleri ve değerleriyle, bütün renklerin oluşturduğu çok kıymetli bir zemindir" şeklinde konuştu.
'DEMOKRATİK ANAYASA İHTİYAÇ'
Demokratik bir anayasanın ihtiyaç olduğunu fakat şuan masada yer almadığını belirten Bakırhan, “Emin olun, hiçbir zeminde anayasa meselesi bizim gündemimize gelmedi. Sayın Öcalan ile görüştüğümüzde de anayasa meselesi hiçbir zaman gündeme gelmedi. Zamanı ve günü geldiğinde, bir anayasa yapımına Türkiye kamuoyuyla hazırız derse; böyle bir ihtiyaç ortaya çıkarsa eşit yurttaşlığı tanıyan, ana dil özgürlüğünü tanıyan, İstanbul Sözleşmesi’ni tanıyan, emeğin hakkını tanıyan, ekonomide adaleti sağlayan, çevre kırımını durduran ve dış politikada halklarla barışı gözeten bir anayasa yapılır. Ama şu anda iktidarın böyle bir gündemi yokken, bizim böyle bir gündemimiz yokken, emin olun, bir yıl boyunca gündemimize hiç gelmemişken, top oyuna girmekten kaçan basit algılarla Türkiye toplumunun zekasını küçümsemek doğru değil” ifadelerinde bulundu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Suriye Demokratik Güçleri’ne (QSD) yönelik açıklamalarına “Lütfen, 100 yıl sonra Kürtler ilk defa orada demokratik haklarına kavuşacakken Türkiye buna engel olmasın” ifadelerini kullanarak şöyle konuştu: “Ankara, SDG’den tedirgin olmamalı. SDG buraya bir tehdit değil. Türkiye’de yaklaşık 25 milyon Kürt yaşıyor; onlar bizim akrabalarımız. Oraya parmak sallamak, kullanılan her negatif dil bizi yaralıyor. Bu ülkenin vatandaşları olarak, bu ülkeyi yönetenlerin buna dikkat etmesi gerekiyor. Nasıl Bosna’daki Müslümanlara yapılanlar ya da Filistin halkına yönelik katliam ve kıyımlar bizi rahatsız ediyorsa, bunlar da bizim akrabalarımız. Diğerleri kadar bu da bizi rahatsız ediyor. Eğer SDG’den buraya bir tehdit olsaydı, emin olun biz kendimiz eleştirirdik. Belki de ilk defa burada söylüyorum: Biz bunu kendi kurullarımızda da tartışacağız. Daha şimdiden arkadaşlar arasında sohbetini yaptık.
SURİYE’YE ZİYARET PLANLIYORUZ
Biz Suriye’ye bir ziyaret yapmayı planlıyoruz. Hem Şam hükümetiyle, hem SDG yönetimiyle, hem de oradaki Dürzi vatandaşlarla, Alevi yurttaşlarla görüşmek isteriz. Sonuçta orası yanı başımızda, komşu bir ülke. Orada bizim soydaşlarımız yaşıyor; Türkmenler var, Kürtler var, çok sayıda halk var. Gidip görmek ve objektif değerlendirmek çok önemlidir. Şimdi dışarıdan ‘Kürt tehdittir’ algısı oluşturuluyor. Tam tersine, Kürtler hiçbir zaman Türkiye için tehdit olmadı. Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Eğer bir tehdit olursa, emin olun biz iktidardan önce itiraz eder, eleştiririz. Ama şu ana kadar böyle bir tehdit oluşmadı. Bütün bozucu yaklaşımlara, atılan bombalara, vurulan sağlık kuruluşlarına ve fabrikalara rağmen SDG yönetimi hiçbir zaman üslubunu ve yaklaşımını bozmadı. Lütfen, 100 yıl sonra Kürtler ilk defa orada demokratik haklarına kavuşacakken Türkiye buna engel olmasın. Bu doğru değil; bizi yaralıyor. Eğer Türkiye’yi tehdit eden, rahatsız eden bir durum varsa, söz veriyoruz: Biz gidelim, biz konuşalım, biz engelleyelim.
QSD DEMOKRATİK ENTEGRASYONU BENİMSİYOR
Hakan Fidan’ı eleştirdiğim en önemli konulardan biri de budur. Dünyanın tanıdığı QSD'yi, Şara’nın tanıdığı ve düzenli görüştüğü QSD'yi neden Türkiye muhatap almıyor? Açık söylüyorum, muhtemelen Şara, Mazlum Kobani ve İlham Ahmed ile Hakan Fidan’dan daha fazla görüşüyor. Hakan Fidan neden bu kaygılarını SDG yönetimine iletmiyor? Neden Türkiye resmi bir heyet gönderip SDG ile doğrudan görüşmüyor, eleştirilerini ve önerilerini aktarmıyor? Türkiye orada tek taraflı davranıyor, sert ve karşıt bir pozisyon alıyor. Biz bunu eleştiriyoruz. SDG orada; geçmişte buraya geldiler, kıyamet kopmadı. Yine gelsinler. Buyurun, siz gidin; konuşun, görüşün. Biz de anlayalım. Çağırın televizyon programlarına çıksınlar; fazla bir şey varsa birlikte eleştirelim.
Tam tersine, QSD demokratik bir entegrasyonu benimsiyor ve istiyor. Ama kime entegre olacak? Daha dün Alevilere karşı yeniden bir katliam yaşandı.”
